"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hakikî vazife ve âfâkî meseleler

30 Eylül 2014, Salı
Emirdağ Lahikası 30. Mektubunun bu günlerde, zaman, zemin ve gelişen siyasî ve içtimaî hadiseler münasebetiyle dikkatle ve tekrar ile okunmasını son derece ehemmiyetli gördüğümden, bununla ilgili mülahazalarımı yazmak istedim.
Bu mektubun başında Üstadımız, “Mesele çok geniş, vaktim de dar, halim de perişan olduğundan, anlamasından zahmet çekeceksiniz, zekâvetinize güveniyorum” diyor. Demek mesele basit değil. Kafa yorulması gereken son derece ehemmiyetli bir meseledir. Belli bir zamana da mahsus değil. Her zaman geçerli olan külli bir meseledir. Ve ‘’Dünya siyasetine karışmadığımın sebebi; o geniş ve büyük dairede vazife az, ve küçük olmakla beraber, cazibedarlık cihetiyle meraklıları kendiyle meşgul eder, hakikî ve büyük vazifelerini onlara unutturur veya noksan bıraktırır. Hem her halde bir tarafgirlik meylini verir, zalimlerin zulümlerini hoş görür, şerik olur’ denilmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, siyaset dairesindeki vazifenin az ve küçük oluşudur.
Yine diğer önemli bir husus, câzibedarlık cihetiyle bu siyaset dairesinin, insana hakikî ve büyük vazifelerini unutturmasıdır. Siyaseten boğuşan tarafların birine meylederek, onların zulümlerini hoş görüp şerik olmak ise en tehlikelisidir. Çünkü âyet-i kerîme mealen; “zalimlere en küçük bir meyil göstermeyin, yoksa ateş size de dokunur” diye ferman ediyor. Ayrıca Üstadımız Nur talebelerinin nazarını âfâki meselelerden çekip, insanın nazarını çok mu’cizatlı  hilkâtına, arı milleti ve üzüm taifesine yöneltiyor. Hakikaten kâinatın misâl-i musağğarı  ve ahsen-i takvimde yaratılan insanın çok mu’cizatlı hilkâtinin ve mahiyetinin hârikûlâdeliği insanı şiddetli bir merakla meşgul etmesi gereken vaziyettedir. Bakın İşaratü’l-İ’caz’da insanın mahiyetine nasıl işaret ediliyor: “Cenab-ı Hak, insanı kâinatta cami bir nüsha ve on sekizbin âlemi havî şu büyük âlemin kitabına bir fihriste olarak yaratmıştır. Ve Esma-i Hüsnadan her birisinin tecelligâhı olan her bir âlemden  bir örnek, bir numune insanın cevherinde vedia bırakmıştır.’’ Emirdağ lahikasında geçen ve mütalaa edilmesi, çok derinden tefekkür edilmesi gereken şu acip ve, garip  ifadelere bakın: “Ve en kuvvetli ve hakkalyakîn derecesinde vicdanî ve hissî, bir derece şuhudî olan hakikat-i insaniye haritasını ve enaniyet-i beşeriye fihristesini ve mahiyet-i nefsiyesini mütalâa ile, imanın şüphesiz ve vesvesesiz mertebesine çıkmaktır ki, sırr-ı akrebiyete ve veraset-i Nübüvvete bakar.’’
Arıya gelince; Müstakil bir Sûre (Nahl Sûresi) arı ismiyle isimlendirilmiştir. Arının kendisi bir hilkat mü’cizesi olduğu gibi, arı eliyle üretilen ürünlerde o kadar harika ve mü’cize eserlerdir. Bal, polen, propolis ve arı sütü her birisi harika birer besindir. Mahiyetleri tam manasiyle bilenen ürünler değildir. Bunlarda mütalâa edilmesi, araştırılması gereken son derece zevkli konulardır.
Üzüme gelince: Bu da bir kudret mucizesidir. O kuru çubuklardan harika bir terkip ve mahiyette üzüm salkımlarına kuru bir topraktan akan o tatlı şurup merakla incelemeye değer bir keyfiyettedir. Hem üzümün terkibi harika, hem de bitkisi. Çeşit çeşit üzümler, tat, renk ve kokularıyla ayrıca merakın sarf edilmesi gereken çok zevkli bir araştırma alanıdır. Bir mikroskop altında bir asma yaprağı incelensin ne harika cihazlarla müzeyyen olduğu görülecektir. İnsan, arı ve üzüm her birisi  birer ilahi sanattır. Cenab-ı Hak sanat eserleriyle, kendini bizlere tanıttırmak istiyor.
İşte Üstadımız, luzümsuz, zararlı, âfâki hadiselerden nazarları çekip, bu mucizevî sanatlara nazarları çeviriyor. Merakla bu sanatlarla meşguliyet insana hakikî ve ulvî zevkler veriyor. Üstadımız; son derece önemli olan şu hususa da dikkatları çekiyor.’’Bu hakikî zevklere ehemmiyet vermeyip beşerin zararlı, şerli ârızî hadiselerine bu kadar merak ve zevkle bağlanmak, dünyada ebedî kalmak ve o hadiseler daimi olmak ve herkese o hadiseden bir menfaat veya zarar gelmek ve o hadiseye sebebiyet verenlerin hakikî fail-i mucib olmak şartıyla olabilir’’ diyor. (Emirdağ Lahikası)
Bu satırlar itikatla ilgili olduğu için, çok önemlidirler. Hadiselere ve sebebiyet verenlere gerçek fail ve mucid nazarıyla bilerek veya bilmeyerek bakıldığı oluyor. Bu tehlikeli bir anlayıştır. Biz biliyoruz ki Cenab-ı Hakk’ın izni olmadan bir yaprak bile kımıldamaz. Kur’ân’ın nazarıyla bakmadığımızdan veya güneş gibi bir imana sahip olamadığımızdan, her şeyde, her vaziyette, her bir harekette kader-i İlâhî ve kudret-i Rabbaniyenin izini, eserini  görmüyoruz. Görmeyince kalb zulmette boğuluyor, Allah korusun imanlar sönüyor, akıl tabiat ve tesadüf bataklığına saplanıyor.
Demek ki güneş gibi bir imana sahip olmak lazım ki içtimaî ve siyasî, yani âfâkî hâdiselerin  zulüm ve zulmetlerinde kalb boğulmasın, imanlar sönmesin, akıl tabiat ve tesadüfe saplanmasın. Buna göre, güneş gibi bir imana sahip olmayan günümüzün mü’minleri siyaset meselesinde son derece dikkat etmeleri gerekiyor. Yoksa, Allah korusun siyaset, imanları tehlikeye atar.
Siyasete girmek isteyen dindarların şu ikazlara da kulak vermeleri gerekmektedir: “Gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakikî vazife-i insaniyeti ve ahireti unutturacak olan en geniş daire ise, siyaset dairesidir.” (Emirdağ Lahikası, 30. Mektup)   
Okunma Sayısı: 1258
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı