"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Maddî ve manevî hayat

26 Ekim 2013, Cumartesi
Yirmi Altıncı Söz, Dördüncü Fıkra’da şunlar yazılı: “Ey nefis! Eğer şu dünya hayatına müştaksan, mevtten [ölümden] kaçarsan, kat’iyen bil ki, hayat zannettiğin hâlât, yalnız bulunduğun dakikadır.
O dakikadan evvel bütün zamanın ve o zaman içindeki eşya-i dünyeviye, o dakikada meyyittir, ölmüştür. O dakikadan sonra bütün zamanın ve onun mazrufu, o dakikada ademdir, hiçtir. Demek, güvendiğin hayat-ı maddiye yalnız bir dakikadır; hattâ, bir kısım ehl-i tetkik, ‘Bir âşiredir, belki bir ân-ı seyyâledir’ demişler. İşte şu sırdandır ki, bâzı ehl-i velâyet, dünyanın dünya cihetiyle ademine hükmetmişler.’’
Maddî hayat böyledir. Bir dakikadır. Bir âşiredir. Bir ân-ı seyyaledir. Hatta yok hükmündedir. Aslında maddî, nefsanî hayat ebedî, sonsuz hayata nisbet edilse, yukarıda sıralanan hükümler daha iyi anlaşılır. Evet maddî hayatın evveli ölü, sonrası adem, hiç. Ehl-i dalâlet ve gafletin dünyaları böyledir. Belki ehl-i dalâletin vücudu ve kâinatı bulunduğu gündür. Madem maddî ve nefsanî hayat böyledir; bu hayattan kurtulup manevî hayata geçmek için bakın Üstadımız bize nasıl bir yol gösteriyor:
“Mâdem böyledir; hayat-ı maddiye-i nefsiyeyi bırak, kalp ve ruh ve sırrın derece-i hayatlarına çık, bak: Ne kadar geniş bir daire-i hayatları var! Senin için meyyit olan mâzi, müstakbel, onlar için hayydır, hayattar ve mevcuddur.”
Evet madde ve nefis için ölü olan mazi ve istikbal; kalb, ruh ve sır için hayydır (diridir), hayattar (canlı ve yaşayan) ve mevcuttur. Yani bu şekilde mazi ve müstakbel karanlık ve yokluktan kurtuluyor. Nuranî bir hale dönüşüyor. Geşmiş ve gelecek zamana nüfûz edilebiliyor. Bu hâle mazhar olmanın şartı da, cüz-i ihtiyarînin dizgininin cismin elinden alınıp, ruh ve kalbe teslim edilmesidir. Yani cüz-i ihtiyarînin dizgini kalb ve ruhun elinde olacak. Hayata hâkim kalb ve ruh olacak. Kalb, ruh ve sır hayatına mazhar olmanın formülünü ise, Üstadımız Üçüncü Lem’a’da şöyle izah eder:
“Hayat-ı kalbî ve ruhîye medar olan marifet-i İlâhiye ve muhabbet-i Rabbâniye ve ubudiyet-i Sübhâniye ve marziyât-ı Rahmâniye...”
Marifet-i İlâhiye kazanılırsa, muhabbet-i Rabbaniye kalbe yerleşirse, Sübhan’ın ibadeti içinde olunursa, Rahman’ın rızası dairesinde hayat sürülürse, kalbî ve ruhî hayata mazhar olunur. Bu hayata mazhar olan bir zat için mazi ve müstakbel müştemilatiyle mevcuttur, hayattardır. İlim dairesinde, levh-i mahfuzda ve misâlî levhalarda muhafaza edilmişlerdir.
Maziye karışmış, gayb perdesinde saklanmış, geçmişin şirin manzara, hâl ve vaziyetlerini görmek mümkün müdür? Evet mümkündür. Şimdi gelen satırları dikkatli olarak gözden geçirelim:
’’Risale-i Nur’un müteaddit yerinde nasıl ispat etmiş ki, ehl-i dalâlet için, zaman-ı hazırdan mâadâ herşey mâdum ve firakların elemleriyle doludur. Ehl-i hidayet için, mazi, müstakbel müştemilâtıyla mevcuttur, nurludur. Aynen öyle de, fâniyatta, yani geçmiş muvakkat vaziyetler, ehl-i dünya için, fenâ-yı mutlak karanlıklarında mâdumdur; ehl-i hidayet için mevcuttur diye gördüm. Çünkü, eski zamanda çok alâkadar olduğum zevkli veya kıymetli ve şerefli muvakkat vaziyetleri mütehassirane hatırladım, müştakane arzu ettim. [Geçmiş zamanın, zevkli, şerefli, kıymetli vaziyetlerini, hasret çekerek, büyük bir arzu ile görmek istemesine karşılık Cenâb-ı Hak Üstadımıza o maziye geçmiş vaziyetleri göstermiştir.] ‘Neden bu mübarek vaziyetler mazide kalıp fâni olsun?’ düşünürken, iman-ı billâh nuru ihtar etti ki, o vaziyetler gerçi sûreten fânidirler, birkaç cihette mevcutturlar. Çünkü, Cenâb-ı Hakk’ın bâki isimlerinin cilveleri olan o vaziyetler, daire-i ilimde ve elvah-ı mahfuzada ve elvah-ı misaliyede bâki oldukları gibi; nur-u imanın verdiği bâkiyane münasebet noktasında fevkazzaman [zamanın üzerinde] bir vaziyette mevcutturlar. Sen, o vaziyetleri çok cihetle ve çok manevî sinemalarla görebilir ve girebilirsin diye anladım...”
Üstadımız, maddenin kaydından kurtulmuş, fevkazzamana çıkmış, maziye nüfûz etmiş ve o zamanları kalben ve ruhen yaşamıştır. Çok ince ve derin bir hakikata Risale-i Nur’un satırları ile işaret edip, ehl-i tahkik ve kemâlin nazar-ı dikkatlarına arz etmek istedim. İnşaalah tahkîka ve istifadeye medar olur.
Okunma Sayısı: 4273
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı