"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Muhabbet nerede?

24 Eylül 2013, Salı
Muhabbet şu kâinatın sebebi vücududur. Şu görünen kâinatın karanlıktan şu aydınlık âleme çıkışının sebebi muhabbettir. Muhabbet ne büyük bir hakikat, ne muazzam bir nudur. Levlake ile başlayan kudsî hadisi hatırlayalım, mesele daha iyi anlaşılır. Muhabbet kâainatın rabıtasıdır. Mevcudatı birbirine bağlayan en kuvvetli bağdır. Bu bağ kopsa mevcudat dağılır, kâinat mahvolur.
Muhabbet kâinatın nurudur. Bu nur sönse kâinat karanlığa düşer. Muhabbet kâinatın hayatıdır. Bu hayat gitse kâinat cesetten ibaret kalır. Ve Cenab-ı Hak kâinatı istila edecek bir muhabbeti, insanın kalbine yerleştirmiştir. Bu sınırsız muhabbet, nihayetsiz bir kemal ve cemal sahibi olan Allah’a mahsusken  acaba nerelerde sarf ediyoruz? Bu muhabbetin yönünü nereye çevirmişiz, neye bağlamışız…
İnsan evvela nefsini sever. Sonra akrabalarını, milletini, zihayat mahlukları ve kâinatı sever. Bütün bu dairelerle alâkadardır. Bugünkü lüks hayatı da ilâve edebilirsiniz. Muhabbet buralara verilmiş, dağıtılmıştır. Hiçbir şey kararında kalmayıp, daimî bir değişim ve dönüşüm içinde olduğundan insan kalbi hüzünlenip yaralanıyor. Firak elemleri daime insanı ızdırap içinde bırakıyor. Hayatın tadını kaçırıp, saadeti zir-ü zeber oluyor.
İşte bu noktada Üstadımız, insanlığa seslenerek “Aklın varsa: bütün o fânî şeylere dağıtılan muhabbetleri topla, hakiki sahibine verî diye bizleri ikaz ediyor.
Muhabbet en leziz bir nimet iken eğer yerinde sarf edilmezse, yani Cenab-ı Hakkın nihayetsiz kemal ve cemaldeki isim ve sıfatlarına verilmezse, bu muhabbet şiddetli bir ceza olur. Sahibini daimî bir azap içinde bırakır…
En dikkat edilmesi gereken nokta, insandaki nihayetsiz muhabbet kabiliyetini kendi nefsine sarf etmesidir. Burada en büyük gaflete düşülüyor. En büyük hata bu noktada yapılıyor. Burası en büyük aldanma merkezidir. Çünkü insana en yakın kendi nefsidir. Can damarını yakalayan ve koparan bu  en büyük düşmanını dost zannediyor. Ve bu dost (güya) dostça ebedî hayatımızın mahvına çalışıyor. Bakın şu ifadelerin dehşetine:
’’Bir cihet kaldı ki, en mühimi de o dur ki: Ey nefis, sen muhabbetini kendi nefsine sarf ediyorsun. Sen kendi nefsini kendine ma’bud ve mahbub yapıyorsun. Her şeyi  nefsine feda ediyorsun. Âdeta bir nevi rububiyet veriyorsun.’’
Acaba bu ifadeler bizi ayıltmaya yetiyor mu? Yetiyorsa, başımızı gaflet uykusundan kaldırıp ezel ebed Sultanına bütün muhabbetimizi tevcih ederek, mukaddes zatına, isim ve esmasına vermemiz gerekir. Bir şey, kemal, menfaat, lezzet ve hayriyet tahtında sevlir. Nefsin mahiyetine baktığımızda; kusur, naks, fakr ve acz görüyoruz. Bunlar  ise sevilmeye layık değillerdir.
Çok garip, çok acaip bir durum ki, mahiyeti yukarıda belirtilen sıfatlardan ibaret olan şerîr nefis en büyük mahbubumuz oluyor. Uğruna ne fedakârlıklara katlanıyoruz…
Nefsimize muhabbet değil, acımalı ve terbiyesine çalışmalıyız. Ne zamane kadar? Mutmainne olana kadar…
Bir de yıldız böceği gibi olmayalım, çünkü o küçücük bir lezet ve ışıkla yetinerek karanlıkta yaşamayı tercih ediyor. Kâinatı ışıklandıran güneşin ışığından mahrum oluyor. Eğer biz de nefsin cüz’î lezzet ve nuru ile iktifa edip başımızı kuma sokarsak; bütün kâinata tecelli eden İlâhî nur ve saadetten mahrum kalırız. Yer altında çürüyen bir çekirdek gibi çürüyüp gideriz.
Şimdi söz sultanına kulak verelim: ’’Zaten sana, sende senin nefsine olan şedit muhabbetin, Onun zatına karşı muhabbet-i zatiyedir ki, sen suiistimal edip kendi zatına sarfediyorsun. Öyle ise, nefsindeki ene’yi yırt, Hüve’yi göster. Ve kâinata dağınık bütün muhabbetlerin, Onun esma ve sıfatına karşı verilmiş bir muhabbettir. Sen suiistimal etmişsin. Cezasını da çekiyorsun. Çünkü yerinde sarf olunmayan bir muhabbet-i gayrımeşruanın cezası merhametsiz bir musibettir.’’
Ezel, ebed Sultanının bir zerre muhabbeti  kâinata bedeldir. Kâinat, Onun bir cüz’î muhabbetine bedel olamaz. Öyle ise bütün kâinatın muhabbetinden fazla olan o ilahi muhabbete yapışalım, sınırsız bir saadet ve nura kavuşalım. Bunun yolu da Habib-i Ekrem’in (asm) sünnet-i seniyesinden geçiyor.
Okunma Sayısı: 1506
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı