"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Eşeğin verdiği ders

Abdurrahman AYDIN
25 Nisan 2015, Cumartesi
Köy hayatını bilmeyenlerin bu yazıyı “okumaması” tavsiye edilir!

Bu yazının kıyafeti köylü, üslûbu kaba, ama özü hakikattir. Hem “dağ meyvesi” ekşi olur. Ama “hormonsuzdur!” O halde yüzünü ekşitme!

***

Eski dostlarımız

Eskiden model model arabalar değil, rengârenk eşekler vardı. Onlar bize arabalardan daha yakındı. Hatta arkadaştı!? Hem yükümüzü, hem de “kahrımızı” çeken, inatçı ama cefâkeş dostlardı.

Nice görgü kuralları, nice atasözleri onların üzerinden kurgulandı. La Fontaine’nin tilkisine bedel, bizim eşeğimiz vardı; hem bizi, hem de “kusurlarımızı” taşıyıveren… Kabalığa, saygısızlığa “modellik” ya da “tercümanlık” yapıveren… Yeri geldiğinde fısıldayamadıklarımızı haykırıveren…

Bize bunca yardımı dokunan bu hizmetçilere “eşek” demeye dili varmayan Üstad, onlara “işlek” diyor, “haklarına” saygı göstermeyi öğretiyordu.

***

Eşek okur mu?

Vaktiyle Konya’yı da işgal eden Timur, kendisi gibi şöhretli olan Nasrettin Hocayı duyunca –güya– onu da çağırır çadırına. Sohbet koyulaşmış ve Timur atıyla övünmeye başlamıştır. Bu kadarına artık dayanamayan Hoca, der ki Timur’a:

– Benim de bir eşeğim var. Çok zeki maşallah! Öyle zeki ki, okuma öğretsem öğrenir!?

– Amma abarttın Hoca! Hiç eşek okuyabilir mi? Okut da görelim öyleyse!

– 3 Ay süre verin de görün, der Hoca.

Hoca çadırdan çıkarken Timur da tehdidini savurmuştur:

– 3 Ay içinde öğretemezsen sen de görürsün Timur’un kim olduğunu!

Üç ay sonra ilânât yapılır. Bütün ahali Akşehir Meydanına toplanır. Biraz sonra Nasrettin Hoca, arkasında eşeğiyle, sükûnet içinde, sağa sola gülümseyerek gelip Timur’un karşısına dikilir. Eşek, sınava hazırdır.

Ortaya kocaman bir kitap getirilir. Kitabı fark eden eşek hemen o tarafa yönelmiştir. Diliyle kitabın yapraklarını teker teker açmaya ve çevirmeye başlayan bizim karakaçanı herkes merakla izlemektedir.

Meğer Hoca, 3 ay boyunca hayvanın arpasını kitap yaprakları arasına serpiştirerek verirmiş. Son iki gündür de eşeği aç bırakıp öyle getirmiş!

Kitabın son sayfasına geldiği halde bir tek arpa tanesi bile bulamayan zavallı eşek, sahibine bakıp acı acı anırmaya başlar. Sınav bitmiştir. Timur itiraz eder:

– Böyle okuma mı olur Hoca!

Hoca’nın cevabı hazırdır:

– Eşeğin okuması böyle olur!? 

***

Bir acı hâtıra

Yıl 1997. Anadolu’daki bir ilimizde çalışıyordum. Oradaki bir musîki korosunun dâveti üzerine gittiğim dernek lokalinde, her biri farklı meslekler icra eden değerli san’at erbabıyla karşılaşmıştım. Birlikte Klâsik Türk Musıkîsinin en seçkin eserlerini meşk ediyorlardı. Sahasındaki yüksek tahsilini yeni bitirmiş bir genç, muhayyer kürdî bir eseri öylesine güzel seslendirmişti ki…

Biraz sonra çalışmaya ara verilip çay faslına geçildi. Bu arada bahsettiğim genç, iyi bir ûdî olan babasının yanına geçmiş ve –mesele her neyse– ona çıkışmaya başlamıştı. “Saçmalama baba!” diye yüksek perdeden girdiği sözleriyle, herkesin bulunduğu bu ortamda babasını resmen azarlıyordu.

San’atkârlar daha ince ruhlu ve nazik olurlar diye bildiğimden hem hayret etmiş, hem de fevkalâde öfkelenmiştim. Kimsenin müdahalesine gerek kalmadan, babanın olgunluğu ve suskunluğu sayesinde gencin sesi nihayet kesildi. Az önce bülbül gibi şakıyan, fakat şimdi çirkinleşen sesi…

Evet “okumuş” biri anasına, babasına, büyüğüne, hocasına karşı kendini öyle savunmalı (!) ki, “bilgisi ve sesi” ile onların konuşmasını bastırmalı(!)… Hatta konuşmaktan bile caydırmalı (!)…

***

Eşek, vezir olur mu?

Kıbrıs’a gitmek üzere izin isteyen bir vezir, ayrılırken zamanın padişahına sorar:

– Oradan bir arzunuz, bir isteğiniz var mı Sultanım?

– Kıbrıs’tan gelirken bana cins olan, iyi bir eşek getir, der Padişah.

Aradan aylar geçmiş ve vezir dönmüştür. Fakat eli boştur. Padişah sorar:

– Hani; bana cins bir eşek getirecektin?

Vezirin özrü, kabahatinden de büyüktür: 

– Kusura bakmayın Sultanım; unutmuşum. Sizi görünce hatırladım!?

– Neyse. Sen sağ salim geldin ya, gerek kalmadı!?

***

Sonuç

Biraz “kabaca” eleştiri getirdiğimin farkındayım. Lâkin “kabalığın kabalığını” göstermek ve “iğrendirmektir” maksadım.

Bir de Kur’ân’a bakalım, o ne diyor: “Tevratı yüklenip de onu (n gerektirdiği sıfatları) taşımayanlar, ciltlerle kitap yüklenen merkepler gibidir!” (Cuma s. 5)

Gerçekten okuyup ”adam olmak” mı? Yoksa “kitap yüklü bir merkep” olmak mı?

İkisi birden olmuyor; illa birini seçmek gerekiyor Tercih bizde… Tabiî önce ailede…

***

Ve bir teklif

Karnenin sol sayfasını öğretmenler doldurmaya, çapraz ölçümlerle hassas puanlandırmaya devam etsin.

Sağ tarafını ise öğrencinin “velisi/ailesi olarak bizler doldurup” okula gönderelim.

Bence doğrusu bu.

Okunma Sayısı: 5291
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı