"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Rahat, hadron! Işık hızına, marş marş!

Adnan NACİR
01 Şubat 2016, Pazartesi
Geçtiğimiz hafta, bazı yayın organlarında, Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi’nde yapılan deneylerde ışık hızının aşıldığına dair haberler yayınlandı.

Bilim insanlarının bazılarını (İsviçreli olanları özellikle) kalpten götürecek kadar heyecan verici bir gelişmeydi bu. Pratikte bugüne kadar ışık hızını geçen bir mekanizma olmamıştı (belki de vardı, ama en azından şimdiye kadar gözlemlenememişti diyelim) ve pek çok teorinin de gözden geçirilmesini gerektirecekti.

Haberi okuyunca “Vay ANAM vay” diyerek tepki vermek üzereydim ki, bu araştırma merkezinin isminin Türkçe’sini değil, Fransızcasını ifade eden Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire kelimelerinin başharflerinden oluşan “CERN” kısaltması ile anıldığını hatırladım.  

Ne var ki, kısa bir süre sonra bu haber yalanlandı, hem de bizzat işin içinde olan insanlardan biri Doç. Dr. Umut Köse tarafından. Bana kalırsa CERN’in yapamadığını, bu haberi yayınlayan basın organlarımız yapmış ve haberi ilk kendilerinin vermiş olması, haberin muhteviyatının anlamı hakkında çok fazla bilgilerinin olmaması veya bilmediğimiz başka saiklerin de tesiriyle, ışıktan hızlı hareket ederek yayınlamışlardı. 

Demek ki istediğimiz zaman yapabiliyor ve ışık hızını egale edebiliyorduk. Nitekim, yerli uçak işine girmiş bir ülkeydik ve 2011 yılı milletvekili genel seçimlerinde, ismi lâzım değil, bir siyasî partimizin seçim afişlerinde “yerli uçağımız göklerde” deniyordu. Çok hızlı gidiyor olmalı ki, 2016 itibarıyla hâlâ o uçak yere inmiş değil! Önümüzdeki ilk seçimde yere inebileceğine dair kuvvetli hislerim var. Evet, o uçak bir gün gelecek, hissediyorum. Fikri Işık bakanımız kadar olmasa da, hislerim kuvvetlidir. 

Peki bu deneyler bizim ülkemizde neden yapılamıyordu ki? Düşünsenize, hadron çarpıştırıcı laboratuvarı ülkemizde olsaydı... Neticede Bolu Tüneli’mizin 9 katı büyüklüğünde bir yer olacaktı. En iyi bildiğimiz, millî uzmanlık alanımız inşaat kısmı bizim için çocuk oyuncağı. 

Hadronlar muhtemelen sıraya dizilir, istikrar marşı okunur ve “rahat, hadron! Işık hızına, ileri, marş marş!” komutuyla hızlandırılırdı. Her halde bu araştırmaları TÜBİTAK yürütecekti. Baktın ki ışık hızını aşınca paralel evrenlere geçiş yapacaklar, tüp takardın, hem yokuşta hızını keser hem de daha az yakardı.

Bir laboratuvarın az yakması önemlidir, çünkü bilimsel araştırmalar yapmak pahalı bir iştir. Elin Amerikalı’sı yeri geldiğinde milyonlarca dolar para harcayarak bir kuyruklu yıldız peşine düşer, yerden bir roket fırlatır, yıllarca roketin kuyruklu yıldıza ulaşması için bekler. Roket ulaşınca iş bitmez, “güneşi gördüm” deyinceye kadar uykuya dalar ve daha bilmediğimiz türlü badireler atlatır. “Milyarlarca dolar paramız olsaydı, o araştırmaları biz de yapmaz mıydık?” diyenlerimiz için Cenâb-ı Erhamur Rahimin, rahmet hazinesinden bize de bir göktaşı gönderdi. Hem de Amerikalı’ların araştırmak için peşinde koştukları kuyruklu yıldızdan kopan bir parça! Gökte aranan taş, bir overlokçu titizliğiyle ayağımıza kadar gelmişti. 

Peki bu göktaşı parçalarını biz ne yaptık? Sattık... Parasını da inşaata ve arabaya verdik. “Hayatı tesbih yapıp sallamakla” övünen bir milletin efradı olarak, bu fırsatı da kaçırmayıp göktaşı parçalarını tesbih yapıp satanlar da oldu. Diyeceğim, bütün alıcılar bilim için almadılar. 

Maliyemizi bir düşüncedir aldı: “Vergisi alınacak mı, yoksa alınmayacak mı?” Millî gelir kapsamına girebilirdi pekâlâ, çünkü “kişi başına düşme özelliği” vardı. Neyse ki, “gayr-i safi” köylülerimiz herhangi bir fatura veya fiş kesmemişlerdi taşları satarken. Maliye Bakanımız vergi alınması konusunu twitter üzerinde yayınladığı bir ankette millete sormuş ve kahir ekseriyet, vergi alınmasının uygun olmadığını düşündüğünü belirtmişti. 

Son bir hafta içinde gerçekleşen bir ikinci önemli olay da, 666 gün boyunca bandrol verilmeyerek basımına izin verilmeyen Nur Risaleleri’nin özgürlüğüne kavuşmuş olmasıydı. Bilindiği gibi yasal bir düzenleme ile önce basım yetkisi sadece Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilmek istendi. İtirazları değerlendiren Anayasa Mahkemesi, bu kanunu iptal etti. Hangi kritere göre akredite edildikleri meçhul bazı basımevlerine, dayatılmış bir metnin bastırılmasını, “metnin aslını korumak” adı altında kamuoyuna lanse etmişlerdi. 

Türkiye’de kimler ışık hızını yakalamaya ve geçmeye çalışır ve ne kadar başarılı olur bilemem. Ama son gelişmeler gösterdi ki NUR’un hızını kesme çalışmaları başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Kâfirler ve zalimler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır. 

Okunma Sayısı: 1828
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Toygar

    1.2.2016 16:22:35

    Bu işler Tübitak'a kalırsa, iş yoğunluğundan ilgilenemezler ki!..

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı