"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Dünya savaşlarının çıkma sebepleri: Kanaatsizlik, hırs ve haram

Ahmed Said Asma
25 Şubat 2018, Pazar 00:16
Üstad Bediüzzaman’ın yorumuyla:

“Heves tahakküm eder. Heva da müstebiddir, gayr-ı zarurî hâcatı havaic-i zarurî hükmüne geçirmiştir. İzale etti rahat...

Bedavette bir adam dört şeye muhtaç iken, medeniyet yüz şeye muhtaç, fakir etmiştir. Sa’y-i helâl, masrafa etmemiştir kifayet.

Onda hile, harama beşeri sevk etmiştir. Ahlâkın esasını şu noktadan bozmuştur. Cemaate hem nev’e vermiştir servet, haşmet.

Ferdi, şahsı ahlâksız, hem fakir eylemiştir. Bunun şahidi çoktur. Kurûn-u ûlâdaki mecmu-u vahşet ve cinayet, hem gadr ve hem hıyanet.. 

Şu medeniyet-i habîse tek bir defada kustu. Midesi daha bulanır. Âlem-i İslâm’daki istinkâf-ı manidar hem de bir cây-ı dikkat.

Haşiye: “Demek daha dehşetli kusacak. Evet iki harb-i umumî ile öyle kustu ki: Hava, deniz, kara yüzlerini bulandırdı, kanla lekeledi.” (Sözler - 713)

İnsanın kendi küçük âleminde, nefsin arzularıyla gayr-ı zarurî ihtiyaçlar, zarurî birer ihtiyaç haline dönüşerek, hayatın birer parçası haline geliyor. Ve insan ona ihtiyaç duymaya başlıyor. Ona heves ediyor. Hisleriyle ona yapışıyor. Onu elde edemeyince hırsla arıyor, arzuluyor. Tiryaki haline geliyor. Aradığını bulamayınca fakirlik hissediyor, rahatı bozuluyor ve bu sefer haram yollarla o aradığını bulmaya çalışıyor. Onu elde etmek için her türlü haram yolu kullanıyor. Ve sonucunda ahlâkî yıkım gerçekleşiyor. 

İşte kanaatsizlik, insanı haram yollara böyle sürüklüyor. 

Ve daha sonra, aradığını elde edemeyen fertler, fakir görülerek dışlanıyor, servet ve haşmet grup halinde yaşayanlara geçiyor. Ve ‘Kapitalizm’ denen sistem ortaya çıkıyor. 

Bu sisteme karşı da, fertler haklarını aramaya kalkışıyor ve ‘Sosyalizm’ ortaya çıkıyor. Bu ikisinin çarpışması sonucu büyük dünya harpleri meydana geliyor. 

His ve hevesin yaptığı tahribat, bu vahim tabloyu netice veriyor. 

Haram, haramı; Helal, helali çağırır

Risale-i Nur’da beyan edildiğine göre, her helâlde Cenneti hatırlatan bir mükâfat, her haramda ise Cehennemi hatırlatan bir azap mevcuttur. Haram işlemek, kişiyi vicdanen, ruhen, kalben huzursuz ediyor. Ama kişi haram ameli işlemeye devam ederse, o haram kişide alışkanlık haline geliyor. Ve artık haram işlemek insana normal gelmeye başlıyor. Kişi, vicdan azabı duymamaya başlıyor. Böyle olunca, haramlardaki Cehennemi azap gaflet sersemliğinden dolayı hissedilemiyor. Ama hissedildiği zaman birden hissediliyor. Ama helâl yaşamak huzurdur, mutluluktur.. Vicdan rahatlığıdır, teslimdir.. Helâl hayat, kişiyi Rabb’ine yaklaştırır, Rabb’ine dayandırır. Helâl amel işlemek, manevî olarak olumlu etkileşimler getirir. Haram, haramı getirdiği gibi; helâl de helâli beraberinde getirir. 

Kâr içinde kâr

Risale-i Nur’da 6. Söz’de, helâl hayat içerisinde beş derece kâr içinde kâr; haram yaşamada beş derece hasaret içinde hasaret bulunduğu, çok güzel bir şekilde açıklanıyor:

“Madem herşey elimizden çıkacak, fâni olup kaybolacak. Acaba bâkiye tebdil edip ibka etmek çaresi yok mu?” deyip, düşünürken birden semavî sadâ-yı Kur’ân işitiliyor. Der: “Evet var. Hem, beş mertebe kârlı bir surette güzel ve rahat bir çaresi var.”

“Sual: Nedir?

“Elcevab: Emaneti, sahib-i hakikîsine satmak.. İşte o satışta, beş derece kâr içinde kâr var.” 

Bize verilen emanetler, nimetler, helâl yolda kullanılmak üzere verilmiştir. Maddî ve manevî nimetleri helâl yolda kullanmak, emaneti sahib-i hakikîsine satmak demektir. 

Madem bize verilen nimetler emanettir, elimizden çıkacak. O zaman helâl yolda kullanalım ki emanete hıyanet etmeyelim. Ömür dakikalarını, hakikî sahibinin yolunda kullanan, o dakikaların kıymetini arttırır. Dakikaları, saatler hükmüne çevirir. Ömür dakikaları neşv-u nema bulur. 

Nasıl ki tohum, toprağa atılınca zahiren çürür. Ama aslında o tohum, bir ağaç olur. Çok meyveler verir. Aynen öyle de, ömür dakikalarını O’nun yolunda çürütmek, bize hem dünyada, hem ahirette kâr içinde kâr kazandıracaktır. 

Helal Çalışmaya Teşvik

Bu konu hakkında, Üstad Bediüzzaman’ın şu sözünü açıklamak, bu konunun anlaşılması için yeterlidir: 

“Semere-i sa’yine, kısmetine rıza ise memduh bir kanaattir, meyl-i sa’ye kuvvettir. Mevcud mala iktifa, mergub kanaat değil belki dûn-himmetliktir. Misaller daha çoktur.” (Sözler)

Şimdi bu sözü kısaca açıklamaya çalışalım. Semere-i sa’y ve kısmet kelimelerinin yanyana verilmesinin bir hikmeti de şu olsa gerektir; insanın kısmeti, ancak çalıştığının karşılığıdır. Zira âyet-i Kerimede de: “İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır.” buyrulmaktadır. Semere-i sa’yine; yani kesb ile, çalışma ile kazanılan rızık, yani kısmetindeki rıza göstermek, memduh (övülmüş) bir haslettir. Zira Peygamberimiz (asm): “En hayırlı rızık, kesb ile kazandığındır.” buyurmuştur. Hadisçe övülen bu haslet, çalışma meyline insanı teşvik eden bir kuvvettir. Sözün devamında; mevcud, yani elimizde bulunan malı yeterli görüp çalışmamak, tercihe şayan bir kanaat değildir. Belki gayretsizliktir. Bu durumun, kişinin tembelliğinden kaynaklandığını ifade etmekle bizi hadisçe de methedilmiş olan haslete, yani çalışmaya teşvik etmektedir. Evet, çalışmaya teşvik dedik, oysa zamanın fasid muameleleri ve insanın bulaşık eli ve her yerden hücum etmekte olan günahlar adeta sosyal hayattaki çalışmaya bir engel teşkil etmekte gibi gözükmektedir. Saf, şüphesiz bir şekilde, kafamızı kurcalamayacak tek helâl, gök tavan arasında, ağyarın arazisine uğramamak kaydıyla avuçlarımıza inen yağmur suları, bir de sahipsiz mer’alarda biten otlar kalmış diyebiliriz. Peki bu şartlarda, yüzlerce günaha karşı tek başımıza günah-sevap terazimizindeki günah kefesinin ağır gelmesinden kendimizi nasıl koruyabiliz? derken Üstad’ın şu sözü müjdeli bir haber gibi imdadımıza yetişiyor: “Kalben dedim ki: “Her biri bin yerden gelen günahlara karşı bir dil ile nasıl mukabele eder, galebe eder, necat bulur?” diye mütehayyir kaldım. Bu tahayyürüme mukabil ihtar edildi ki: Risale-i Nur’un hakikî ve sadık şakirdlerinin mabeynlerindeki düstur-u esasiye olan iştirak-i a’mal-i uhreviye kanunuyla ve samimî ve hâlis tesanüd sırrıyla her bir hâlis, hakikî şakird bir dil ile değil belki kardeşleri adedince diller ile ibadet edip istiğfar ederek bin taraftan hücum eden günahlara, binler dil ile mukabele eder.” 

Sevgili okuyucular! Böyle bir zamanda, acizane bir vaziyette biz nasıl ibadetlerimize itimat edip, ibadetlerimizin artmasına ve takvaya dört elle sarılmaya çalışmıyoruz. Yoksa, amelimize mi güveniyoruz? 

Okunma Sayısı: 3590
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı