Bir haber-yorum sitesinde Yeni Asya ve Köprü’nün eski yazarlarından olduğu halde sonradan Yeni Asya’ya son derece kaba ve uygunsuz tavırlar sergilemiş olan bir kişiyle röportaj yapılmış.
Bugün, o röportajdan bazı paragrafları verelim .
«««
İktidar hesaplaşmayı ilkesel kaygılarla değil, kâr zarar hesabı güderek yapıyor ve bu süreçte kurduğu ittifaklar da öncekilerden daha sağlıklı değil.
Cemaat içinde yaşamak yaygın bir alışkanlık ve cemaat şeklinde yapılanmış durumdayız. Devlet bu gelenekte kapanın elinde kalan bir yapı.
AK Parti, Kemalist cemaatten iktidarı almak için Gülen cemaati ile dayanışarak bu seküler cemaate karşı bir kazanç elde etti. AK Parti bürokraside Fethullahcılarla birlikte kazandı. Sonra kendi içlerinde başlayan kavga hâlâ bitmedi…
… bu hareketin cemaat kısmında son tabakasında olan, gazetesini alıp, çocuğunu okuluna gönderen, hayır işlerine karışan insanlar. Burada en büyük bedeli bu en dış tabaka ödüyor. Bu dış yüz, örgütle asla ilişkisi olmayan devleti yıkmak gibi bir çaba ve eylem içinde olmayan ve kriminal işlere bulaşmayan insanlar. Bu insanların 15 Temmuz’da devleti yıkmak, ele geçirmek gibi bir misyonu varmış gibi bir süreç yürütülüyor şu anda.
Diyelim ki bu bir tasfiye süreci, ama biz hâlâ devlette, toplumun bütün kesimlerine eşit, hakkaniyetli bir yapı kurulduğunu göremiyoruz. “Bizden olan ve olmayan” meselesinin aşılıp ilke ve ehliyet şartlarına göre konumlanışı hâlâ görmüyoruz. Tam tersine, AK Parti etrafında kümelenen unsurlar burada devreye giriyor. Bunlar devletteki bütün yapıya hükmetmek çabasıyla da kalmıyor, toplumu kendi tarzında yeniden biçimlendirmek istiyor.
… benim gördüğüm devletteki en güçlü cemaat, ülkücü cemaattir. Perinçek gibi unsurların temsil ettiği ulusalcı yapı da şu an çok güçlü konumda. Maalesef misyonları dışında (olmasına rağmen) dinî yapılar da devlette olmak istiyor, ama şu an Erdoğan’ın en yakınında ve ağırlıklı konumlanan bu ülkücü ve ulusalcı yapılar.
Son dönemde en çok din ve dinî duygular zarar gördü.
Siyasetçi pragmatisttir. Ortaklık edip yarın “ben kandırıldım” der geçer, ama din adamı için itibar her şeyin önündedir. Saygınlığını bir kez yitirdi mi biter.
… yaşanmış bir tecrübe varken de buna karşı hâlâ liyakatler üzerinden rollerin dağıtılmaması geleceğe dair umut vermiyor. “Hayır biz cemaatiz. Biz insanlara dini, imanı, güzel ahlâkı anlatmakla yükümlüyüz” deyip bu teklifi reddetmek gerekir. Devlet kademelerinde kimin istihdam edileceğine dair objektif kriterler vardır. İnsanlar pazarlık sonucu değil, hak ettiği için orada olmalı.
… (AKP’nin) kurduğu ittifaklara bakmak lâzım. Referandum sürecinde ve sonrasında gördüğümüz AK Parti ile MHP ittifakı devam ediyor. Paralelinde devlet içine baktığımızda bürokrasi ve yargı organları, milliyetçi - ulusalcı ittifaklarla ilerliyor. Buradan özgürlükçü ve kapsayıcı bir işaret veremez. Bunu bu ülke için hayırlı bir durum olarak görmüyorum. Bu ittifak kısa vadede AKP için devlet içinde bir hareket alanı sağlıyor belki, ama sağlıklı yapılar kurulmuyor.
Kendi hayatımı dindar olarak yaşamaya çalışan bir insan olarak, siyasî tercihte otoriter bir yapıya karşı daha özgürlükçü daha seküler bir yapıda yaşamayı tercih ederim.
AK Parti, 2002’de verdiği sözleri, demokratikleşme yolunda kurumsal adımlar atmış bir parti olmasına rağmen unuttu. Özgürlük, adalet perspektifini kaybetti.
Bizim artık kişi kültlerini aşmamız lâzım. Dindar ve seküler iki otorite arasında seçim yapmamamız lâzım. Türkiye’de siyaset yapmak için ortaya çıkmış bir liderin artık üçüncü Abdülhamid ya da ikinci Atatürk olma vaadinden vazgeçmesi lâzım.
Kamu kelimesinin anlamını tekrar tekrar okuyup, kavramın hakkını veren, herkesin “benim de orada yerim var, ben orada itilen ya da kayırılan değilim” dediği bir yapıya ihtiyaç var. Toplum çok yoruldu, toplumun arzusu budur.
«««
Röportajdan seçtiğimiz yukarıdaki tesbitler, biliyoruz ki bu kişiye münhasır değil. Risalelerden beslenen ve AKP’ye başında destek vermiş olan çok sayıda isim, benzer görüşlere ve hatta daha sert ve net fikirlere sahip. Ya seslerini duyuracak bir mecra bulamadıkları için sesleri gür çıkmıyor ya da şimdilik kamuya konuşmayı doğru bulmadıkları için kendi seslerini kendileri kısıyorlar.
Ama o susanlar da eninde sonunda konuşacaklar. Zira maslahat bir zaruret fetvasıdır ve maslahat gereği susanlar ilelebet susamazlar.