Geçen haftanın en ilginç gündemi Furkan Bölükbaşı isimli gencin internet medyasında yazdıklarıyla M. Kemal’in hatırasına hakaret ettiği gerekçesiyle ceza almasından sonra yaşananlardı.
Gerçi hâkim HAGB (hükmün açıklanmasının geriye bırakılması) kararı vermiş. Yani bir taraftan hükmünü açıklamış ve ama öbür taraftan da “hükmü infaz için açıklama işini geriye bıraktım, seni beş yıl izleyeceğiz, bir daha bu türden suç işlemezsen ceza almamış gibi temiz olacaksın” demiş.
Ama bu genç tıp asistanı bu ceza için “şahsıma 5816’dan verilen şeref madalyasına dair açıklamamdır” başlığıyla şöyle bir açıklama yayınlamış: “Bugüne kadar bana emek, kaynak ve zaman harcayarak akademisyen olmamı sağlayan devletimin sudan sebeplerle 5816’dan bana uygun gördüğü cezayı ömrüm boyunca bir şeref madalyası olarak gururla taşıyacağım. Mahkeme salonundan çıktığım andan beri Necip Fazıl Kısakürek’in ‘öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya’ sözlerini iliklerime kadar hissediyorum.”
Bu açıklama üzerine medyada kıyamet yeniden koptu.
En ilginci de bu olayın Hilal Kaplan’a köşesinde şunları yazdırmasıydı:
“‘Atatürk bu milletin bağrından yetişmiş olan bir insandır. Bu ülkeye büyük hizmetleri olmuş bir insandır. Ne Atatürk’ü ne de bir başkasını özel bir yasayla korumanın bir anlamı yoktur’ diyen Kılıçdaroğlu’nun partisi eliyle yol açılan bu haksızlık İstinaf’tan döner ve düşünceleri ile kara mizah anlayışı yüzünden bir akademisyenin hayatı bozuk para gibi harcanmaz diye umuyorum.”
Kılıçdaroğlu’nun da dediği gibi, böyle bir özel koruma kanununa ihtiyaç olmadığı açık. Şöyle ki: Yaşayan kişiye hakaret suç olduğu gibi ölmüş kişilere hakaret de suç ve öyle olmalı.
Nitekim “Kişinin hatırasına hakaret” başlıklı TCK 130 şöyle: “Bir kimsenin öldükten sonra hatırasına en az üç kişiyle ihtilât ederek hakaret eden kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Ceza, hakaretin alenen işlenmesi halinde, altıda biri oranında arttırılır.”
Ama “Soruşturma ve kovuşturma koşulu” başlıklı 131. madde şikâyet hakkı meselesi yönünden tartışmalı bir sınır koyuyor:
“Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenen hariç; hakaret suçunun soruşturulması ve kovuşturulması, mağdurun şikâyetine bağlıdır. ./. Mağdur, şikâyet etmeden önce ölürse, veya suç ölmüş olan kişinin hatırasına karşı işlenmiş ise; ölenin ikinci dereceye kadar üstsoy ve altsoyu, eş veya kardeşleri tarafından şikâyette bulunulabilir.”
Tartışılması gereken, işte bu hükümdeki eş, kardeş, torun sınırı. Torun yoksa hatıra yok mudur? Torun da ölmüşse hatırayı kim koruyacak, şikâyet hakkını kim kullanacak?
Ölmüş din ve devlet adamlarına ve şöhretlere şöhretleri devam ettikçe hakaret riski de var. Buna engel olacak genel bir kural koymak lâzım.
M. Kemal başta olmak üzere ölmüş veya yaşayan tüm devlet ve siyaset adamlarını “tartışılabilir” hale getirmek demokrasimizi derinleştirebilmek için şart.
Bu aynı zamanda toplumsal barışı tesis edebilmek için de gerekli.
Bu hal bize yakışmıyor.