Önceki yazımızda Bediüzzaman’ın aktardığı bir adalet dersinden bazı ek dersler çıkarıp huzurunuza sunduk. Alıntı yaptığımız metinde aynen geçen “adalet namına zulüm” ifadesini de yazımıza başlık yaptık.
Ancak yayınlanınca gördük ki bizim “adalet namına zulüm”, “adalet namazına zulüm” olmuş!
Önce bir musahhih hatası olduğunu anladık.
Ama hemen ardından bu hatanın aslında ince ve tatlı bir tevafuk olduğunu ve bize yeni şeyler okutmak istediğini gördük.
Zira “adalet namazı” deyimi de Bediüzzaman’a ait ve daha da önemlisi “adalet namazı” da içine zulüm karıştırılabilecek bir ibadet durumunda. Meselâ, bu namazda kıbleye durulmamışsa, hâkim ve hükümet, adalet etmek isterken zulmeder.
Açalım.
Bediüzzaman 1908’de ilân edilen İkinci Meşrûtiyeti hararetle ve din namına destekledi. Ardından bu demokrasi binasının demokrasi düşmanlarınca meşhur 31 Mart İhtilâliyle yıkılmak istenmesine de engel olmaya çalıştı.
Ama gerçeklere tamamen aykırı ve haksız olarak, darbeye karışmakla ve hatta ihtilâli yönetmekle suçlandı. Neticede suçsuzluğu ve demokrasi taraftarlığı anlaşıldı ve beraat etti. (31 Mart yerine 15 Temmuz’u ve Bediüzzaman’ın yerine talebelerini ve bilhassa Yeni Asya’yı koyun, her şey yerine oturur.).
Bediüzzaman o süreçte mahkeme savunmasında şunları söyledi:
“Avrupa, bizdeki cehâlet ve taassup müsaâdesiyle, Şeriatı -hâşâ ve kellâ- istibdada müsait zannettiklerinden, nihâyet derecede kalben üzülmüştüm.” (Yani bizim hürriyet konusundaki taassubumuz, Batılıların İslâmiyet hakkında yanılmasına ve baskıcı bir rejimi istediğini sanmalarına sebep oluyor. Çok üzücü).
“Onların zannını tekzip etmek için, Meşrûtiyeti herkesten ziyade Şeriat nâmına alkışladım.” (Yani Batılıların İslâmiyeti yanlış tanımasını önlemek için yeni gelişen demokrasiye din adına taraftar oldum.)
“Lâkin yine korktum ki, başka bir istibdat tekrar o zannı tasdik eder, diye ne kadar kuvvetim varsa Ayasofya Camii’nde meb’usana hitaben feryat ettim. Ve söyledim ki: Meşrûtiyeti, meşrûiyet ünvanı ile telâkki ve telkin ediniz. Tâ yeni ve gizli ve dinsiz bir istibdat, pis eliyle o mübareği ağrazına siper etmekle lekedar etmesin.” (Yani işin sahibi durumundaki milletvekillerine dedim ki; demokrasinin getirdiği özgürlüğü kötüye kullanır ya da kullandırırsanız, güya din adına hareket eden birilerinin yanlışlarını kullanan eski müstebitler, bu durumu yeni bir istibdat rejiminin bahanesi yaparlar. Yine din zarar görür.)
“Hürriyeti, âdâb-ı Şeriatla takyid ediniz. Zira câhil efrat ve avâm-ı nas; kayıtsız hür olsa, şartsız tam serbest olsa, sefih ve itaatsiz olur.” (Yani hürriyeti Şeriatın kuralları ile sınırlandırın ki halk da sınırsız özgürlüğün getireceği risklerden korunsun. Düzen ve adalet sağlansın.)
“Adâlet namazında kıbleniz dört mezhep olsun. Tâ ki, namaz sahih ola.” (Yani adalet bir ibadettir. Bir namaz gibidir. Nasıl namazın geçerli olması için kıbleye dönülmüş olması lâzımsa adaletin geçerli olması için de hedefinin ve ilkelerinin “doğru” olması lâzım.)
“Zira, hakaik-ı Meşrûtiyetin sarahaten ve zımnen ve iznen dört mezhepten istihracı mümkün olduğunu dâvâ ettim.” (Yani demokrasi ya da meşrûtiyet rejiminin dört mezhepten yani ehl-i sünnetten delillerle desteklenmesi mümkün ve faydalıdır. Böylece dinde hassas olanlar da demokrasiye sahip çıkar, yön verir ve rejim doğru zemine oturmuş olur.)
Özetle “darbeye karşıyım” demek yetmez. “Demokrasiye din adına taraftarım ve destekliyorum” demek lâzım. Bunun dinî delillerini de bilhassa ehl-i sünnet âlimlerinin hürriyet hakkındaki görüşlerinden yola çıkarak bulup ortaya çıkarmak ve demokrasiyi gerçekten tatbik edip desteklemek lâzım.
Aksi halde adalet namazına zulüm fesadı karışır.