Son yazımızda Ali Bulaç’ın geçen hafta Zaman’daki köşesinde yazdığı ve Nurcular’ı da dahil ettiği eleştiri yazısı hakkında yazdık. Devam edelim.
Bulaç yazısında özetle siyasetle ilgilenen İslâmcıların varlığının Nurcuların sandığının aksine “bir hata” değil, bir gereklilik olduğunu yazıyor.
Yazısının bir yerinde şunu söylüyor:
“Laiklere güvenilmeyeceğini tek parti döneminden (1923-1950) ve daha sonra Merkez Sağ ve Merkez Sol partilerin iktidarda iken uyguladıkları politikalardan biliyoruz. Bir başörtüsü yüzünden milyonlarca dindar insana kan kusturdular. Kaldı ki, dinin toplumsal ve kamusal hayatın düzenlenmesiyle ilgili hükümleri uygulanmayacaksa, bu durumda İslâm’ın en esaslı iki umdesi (muamelât ve ukubat) iptal edilmiş olur ki, bu, dini dindarın eliyle laikleştirmekten başka anlam taşımaz.”
Bulaç, birinci olarak bu cümleleriyle “dindar-âne bakışa” yön ve had çizecek bir kategorizasyon yapıyor: İktidar denilen şey ya laiklerde olur, ya da İslâmcılarda!
Oysa Bediüzzaman 1908’de dindarlara “üçüncü yol”u açmış ve 1950’den sonra da siyasete meraklı dindarlara yine aynı yolu göstermiş. Şöyle:
İktidar Demokratlarda (1908’deki adıyla Ahrar Fırkasında) olursa din hizmeti yapabilecek kadar gücü ve kabiliyeti olan dindarlar devletten yana rahat eder ve kendi işine bakar.
Din hizmeti yapmak isteyenlerin devletten uzak ve sivil kalmalarının “dinin özü olan ihlâs” ile ilgisini artık herkes anladı.
Bediüzzaman’ın ezberlenesi tesbitiyle “bu zamanda topuz kalpleri ıslâh etmez”.
Yani İslâm cemiyetindeki günahkârların çoğunun, kanun çıkarıp günahı yasaklayacak bir devlete ihtiyacı yok. Onların, devletten uzak sivil ve samimî bir biçimde gösterilen Nura ve edilen nasihate ihtiyacı var.
İkinci olarak Bulaç yukarıya aldığımız paragraftaki ilk cümlesiyle, tek parti CHP’si ile orta sol ve orta sağ dediği iktidarları, bilhassa dindarların devletten özgürlük taleplerine karşı tutumları yönünden bir tutuyor. Bu hüküm bilinçli bir tercih ürünü ise, ciddî bir hata. Bi-linçli değil ise -ki öyle olduğunu umuyoruz- düzeltildiğini görmek isteriz. İki yanlıştan bir doğru çıkmayacağına göre önce doğrular ortaya konulsun. Zira Nurcular, siyasette, Bulaç’ın eleştiriyor “muş gibi” yaptığı, ama “gerekli gördüğü” İslâmcılara değil, Bulaç’ın çaktırmadan “Laikler çuvalı”na tıkıp dindarlara dövdürmek istediği Demokratlar’a güvendiler ve güvenmeye devam etmek istiyorlar.
İslâmcılara güvenenler ne kazandı, ne kazandırdı? Kimse “Çamlıca’ya cami” demesin. Camiden önce “cemaat” lâzım.
Kimse “Risalelere hürriyet” de demesin. Onun aslını biz biliyoruz.