(Yazımızın başlığı yanlış anlaşılmasın. Başkanlıkta gözümüz yok ve zaten olamaz. Elbette bizden Diyanet’e başkan olmaz. Ama faraziyeler bazen iyidir.)
“Ben Diyanet İşleri Başkanı olsaydım” başlıklı ilk yazımızı üç dört ay önce yazdık.
O tarihte eski Başkan henüz istifa ettirilmemişti.
Üstelik o tarihte eski Başkan henüz cumhurbaşkanının sözünün üstüne söz söylemiş de değildi. Yani “gidici” olması için zahiren bir sebep de görünmüyordu. Ama gitti.
O halde gitmesinin sorumlusu biz değiliz. Görevde bulunduğu sürece tebriklerimizi de tavsiyelerimizi de en yapıcı biçimde yaptık ki vebalden kurtulalım. (Hatta şahsını yıpratarak kurumunu yıpratmaya çalışanları teşhis etmeye de gayret ettik ve kısmen başardık).
Meselâ göreve ilk atandığında yazdığımız 16.11.2010 tarihli “Bir kurban yazısı” başlıklı tebrik yazımız şu cümleleri içeriyordu:
“İlahiyat Fakültelerindeki kaç profesörün fakültedeki kütüphanesinde Risale-i Nur Külliyatı vardır bilemiyoruz. Sayıca çok olmaları, her yönden, ama bilhassa İttihad-ı İslâm namına önemli bir kazançtır şüphesiz. Ama bunlardan birinin Diyanet İşleri Başkanı olmasını hep dilemiştik. Şimdi gerçekleşti. Yeni Diyanet İşleri Başkanı’nı tebrik ediyoruz. Ona ve ekibine yeni projeler teklif etmeyi de vazifemiz biliyoruz.”
Yazımızın tam metninin linki: http://www.yeniasya.com.tr/2010/11/16/yazarlar/abattal.htm
Görevi sırasında başta Risalelerin Diyanetçe neşrine başlanması gibi önemli hayırlara da vesile olan eski Başkan Görmez bir uluslar arası üniversitenin kurucu rektörü olabilirmiş. Hayırlı olsun.
Kendisini ve ekibini bu teşebbüsünde mana-yı harfî ile eğitim ve bilhassa Medresetüzzehra manasına uygun eğitim hedefi için destekler ve başarısı için duâ ederiz.
Biz şimdi yeni bir Başkana hayırlı olsun diyeceğiz.
Ama o daha göreve başlamadan onun için bir varsayım kurduk.
Biz Diyanete başkan olsaydık Kurban Bayramı tebrik mesajımızda ne derdik?
Ey Mü’minler,
Allah’ın ipine ihlâsla sımsıkı sarılın. Bunun bugün manası, bilhassa birbirinize uhuvvetle sıkı sıkıya sarılmanızdır.
Aranıza girmeye çalışan fitnecilere meydan vermeyin. Dili, üslûbu, kalbi ve niyeti bozuk insanları kendi müsbet hal ve tavırlarınızla irşad ve ıslâh edin. Edemezseniz uzak durun.
Birbirinizle ittihad etmenin şartı birbirinizle meşveret edebilmenizdir. Bunun şartı da birbirinizi tanımanızdır. Damgalamayın. Kategorize etmeyin. Anlamaya çalışın.
Tercih edin ve tercihlere saygılı olun. Kendi doğrunuzu, ortak doğruyu bulmak için yardımcı olarak kullanın. Kendi doğrunuza değil ortak doğruya tabi olun.
Allah’ın rızasına ulaşmak için dar sokaklardan ve labirentlerden değil, cadde-i kübradan gitmeye çalışın. O cadde, sokakları görmezden gelmez. Sokakları kendisine açar. İhlâslı her farkınız zenginliğinizdir.
Beni de yüksek ilmî heyet tarafından meşveretle seçilmiş bir Diyanet İşleri Başkanınız olarak değil siyasetin görevlendirdiği bir başkan vekili olarak görün. Daha iyisini “özerk başkan”dan isteyin. Özerk başkanı da benden değil siyasetçilerden isteyin.
Bir de ey muhterem kardeşler, siz devlet değilsiniz kendinizi de bizi de devlet yerine koymayın.
Devlet suçluya ceza verir. Sizin vazifeniz ise devletin suçlu dediklerine ceza vermek değil başta nefsiniz olmak üzere herkesin ıslâhını istemek ve bunun için gayret etmektir.