Dünkü yazımızda, nedamet edecek olan darbecilere af isteyen Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Ahmet Yaramış’ın gelen tepkiler üzerine yaptığı açıklamayı ve “Cumhurbaşkanım istifa et derse ederim” demesini eleştirmiştik.
Cumhurbaşkanının sözcüsü İbrahim Kalın NTV’de konu hakkında şunları söylemiş:
“Özellikle On Beş Temmuz’un dördüncü sene-i devriyesini andığımız bir günde, tekrar bu duyguların çok güçlü olduğu bir dönemde bu konuyu nasıl ele aldığımızın hassasiyetini de akılda tutmamız gerekiyor… Zaman zaman burada ‘FETÖ’yle mücadelede bu bir zaaf mıdır?’ ya da ‘Farklı bir yöntem izlemeli mi?’ gibi değerlendirmelerin yapıldığını biliyoruz… Daha önce hatırlarsanız Cumhurbaşkanımız da bunları ‘katman katman’ diye ifade etmişti, ama son tahlilde ‘bu ihanet yapısına bağlı olanlar kendilerini buradan ne kadar ayrıştırdılar, biz bunu ne kadar test edebiliriz?’ Bu da bir soru olarak orada duruyor… Burada FETÖ’yle mücadelede kararlılıkta en ufak bir tereddüt, gevşeme, geri adım atma söz konusu değil. Biz bunlarla bugün her cephede kıyasıya mücadele etmeye devam ediyoruz… Bu mücadelede kararlı bir şekilde yolumuza devam edeceğiz. Bu tür ifadeleri kullanırken bunun önünü, sonunu, bu konudaki hassasiyeti akılda tutmakta fayda var.”
Konu esasen ceza hukukuyla ve dolayısıyla yargı ile ve içtihatlarla ilgilidir, ama bu vesileyle Sayın Kalın’a (ve “FETÖ Dâvâaları” ile ilgili herkese) samimî olarak şunları sormak isteriz:
1. Cumhurbaşkanının “bu yapının katman katman olduğu” yolundaki kanaatine atıf yaptığınıza göre, yine ona ait olan “ibadet, ticaret, ihanet tabakaları” ayrımına da atıf yapmış oluyorsunuz. İhanet tabakasının altında ya da dışında kalan tabakalara mensup olanlara, cemaat mensubiyetini gösteren deliller yardımıyla ve fakat “terör örgütü üyeliği”nden altı yıl ve daha fazla ceza veriliyor. Bu uygulama âdil midir?
2. FETÖ kısaltmasındaki “TÖ” “terör örgütü” anlamına geldiğine göre, bir zamanlar muteber sayılan bir cemaatin bütün mensuplarının, terör örgütüne üye olma ya da üye kalma kastının bulunup bulunmadığına bakılmaksızın bir noktadan ve bir tarihten itibaren topyekûn “terör örgütü üyesi” sayılması ve cezalandırılması “tabaka tabaka” ya da “üstü, ortası, altı” ayrımına uygun mudur?
3. Cemaat kavramının bu şekilde terör örgütüne eşitlenmesi diğer dinî cemaatlerin ve sivil hareketlerin önünü tıkamaz mı? Bu, aslında tek parti CHP’sinin planı değil midir? Bu, AKP’nin hasmının hastalığına tutulması ve kendi bindiği dalı kesmesi anlamına gelmez mi?
4. Suçlularla mücadele “hukuk içinde” mi olmalı yoksa “kıyasıya mücadele” mi olmalıdır?
5. Darbeye karışmış ya da somut suç işlemiş ve bu sebeple cezalandırılmış olan kişiler cezalarını çektikten sonra bu memleketin bir vatandaşı olarak aramıza karışacaklarına göre bunların ıslahı için neler yapmayı düşünüyorsunuz? Aramıza karıştıktan sonra; kendilerinin, yakın dostlarının ve tanıdıklarının masum olduğunu savunmaya kalkarlarsa susturabilecek misiniz? Hangi kanuna göre?
6. Darbeye karışmış ve somut bir suç işlemiş olmayan, ama üye ya da mensup olduğu yapının “terör örgütü” olduğuna inanmamaya devam eden kişilerin bu inancını nasıl bir telkinle değiştireceksiniz? Değiştiğini nasıl ölçüp anlayacaksınız? Beyan yeterli olacak mı? Daha da önemlisi aksini beyan etmeye devam ederlerse ne yapacaksınız?
7. Yukarıdaki iki grubun yurt dışına kaçmasını/göçmesini istiyorsanız, gittikleri yerlerde “bize ülkemizde zulmedildi, bu sebeple kaçtık” diyerek propaganda yapmalarına siz kapı açmış olmayacak mısınız? Bu halde bu propagandadan şikâyet hakkınız kalır mı?