Önceki gün de yazdık: Fikir cemaatlerinin devletle işi olmaz. Zira devlet fikirlerle uğraşmaz. Vicdan hürriyeti asrındayız.
Ama birleşip (cem’ olup) “harekete geçmek” isteyenlere hukuk kuralları içinde sınırlar çizen bir devletin olması da bu çağın gereklerinden biri.
Burada da bir ayrım var: Totaliter rejimlerde sınırlar dardır, devletin tehdit algısı yüksektir. Demokratik ve özgürlükçü rejimlerde ise özgürlük bir tehdit değil, aksine bir emniyet subabı olarak görülür.
Özgürlükçü devlet, “hareket”i sadece suç işlemenin önlenmesi boyutuyla ele alır. Bu maksatla denetleyebilir, sınırlandırabilir.
Temel hak ve hürriyetlerin anayasalarla ve hatta anayasa üstü metinlerle teminat altına alınmış olmasının sebebi de bu. Ve bu bir tecrübenin ürünü.
Bir kişinin şahsen sahip olduğu bütün haklara, kişilerin bir araya gelmesi ile kurulmuş olan gayrı resmî yapıların, yani cemaatlerin ve resmen tanınan yapıların, yani dernek ve vakıfların da sahip olduğu kabul edilir. Zira kamu özgürlükleri kişisel hürriyetlerin toplamıdır. Ama bundan ibaret değildir.
Zira örgütlenme özgürlüğü, kişiyi, başta devlet olmak üzere bütün güçlüler karşısında ezilmekten kurtaran en önemli hürriyettir.
Bu sebeple de dernek kurana engel olunamaz, dernekleşme izne bağlanamaz.
Ama dernek kurmak mecbur da değildir ve olamaz.
Devlet yetkisi kullanılarak, cemaatlere, “Madem siz bir cemaatsiniz, o halde cemiyete (derneğe) dönüşmelisiniz” de denilemez.
Devletin gücüne güvenilerek, cemaatlere, “Siz bir cemaatsiniz gazeteniz olmasın” denilemez. İsteyen gazete kurar, isteyen tv.
“Siz bir cemaatsiniz, parti tercihiniz olmasın” denilemez. İsteyen istediği tercihi yapar veya yapmaz.
Demokrasilerde devleti yönetmek millet için hem bir hak ve hem de bir vazifedir. (Oy kullanmak da bu sebeple hem bir hak ve hem de bir vazifedir ve kullanmayana ceza verilebilmesinin sebebi budur.)
Bunların hepsi özgürlük alanındaki işlerdir.