"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Darbe dâvâları ve örgüt dâvâları

Ahmet BATTAL
27 Mayıs 2017, Cumartesi 10:33
On Beş Temmuz menhus darbe teşebbüsünden sonra hız kazanan ve başlangıçta adına PDY denirken bir yıldır “FETÖ” denilen yapı ile ilgili dâvâlar hususunda çok kişinin aklı karışık.

Meselâ bir kısım insanımız, “ben de bir zamanlar bunlara selâm verdim, el verdim, ev-iş verdim, ben de mi terörist sayılacağım” diyeendişe ediyor.

Bazıları, “darbecilere ceza tamam da maklubeciler neden suçlu sayılıyor” diye soruyor. Bazıları, “ortada cemaat yokmuş, hepsi teröristmiş ya da yardımcısı veya yardakçısıymış, ama biz bilememişiz, af dilemek istiyorum, acaba devlet affımı kabul eder mi” diye düşünüyor.

Kafa karışıklığını gidermenin adı sistemdir, tasniftir. Yapmayı deneyelim.

Önce bir bilgi: Bazı sanıklara isnat edilen suç “terör örgütüne üyelik” ve “darbeye teşebbüs”. Diğer bazı sanıklara isnat edilen suç ise sadece “terör örgütüne üyelik”.

Yani darbecilik ve örgüt üyeliği isnadı farklı şeyler.

Darbe ile ilgili dört grup; darbeyi planlayanlar, icra edenler, başarılmasını kolaylaştırmak için adım atanlar, darbeden önceden haberdar olan ve başarılı olsaydı menfaat elde edecek olanlar. Bunlar suçlu.

Darbecilikten cezalandırılmalılar. Ama bir cemaate ve hatta cemaat kavramını da aşan ve yakın zamana kadar devlet katlarında makbul sayılan bir camiaya (sosyal gruba) mensup olduğunu zannederek bu grupla ilişkisini –sonradan devlet katlarından gelen ikaza rağmen sürdürmüş olanlar neyle suçlanacak?

Terör örgütü üyeliğiyle mi?

Terör örgütüne üyelik suçu, bilmeden ve istemeden işlenebilecek basit bir suç değil ki? Suç işleme kastının ispatı lâzım. Bunun anlamı şu: Kişi üye olduğu yapının “terör örgütü” olduğunu biliyor olmalı. Örgütün yönetimi ve kişinin kendisi o eylemleri terör olarak adlandırmasa da kişi o örgütün elemanlarının o fiilleri işlemeyi hedelediğine ve işlediğine inanıyor olmalı. Bu şartlar tamamsa, kişi bu yapıya üye olmakla o örgütün suçlarının ortağı olmuş olur ve cezayı hak eder.

Aynı şekilde terör örgütünün propagandasını yapma suçu da “bilmeden ve istemeden” işlenemez. “Ortada örgüt yok, bir sosyal yapı var” diyene, ya da “tamam bir terör örgütü de var, ama ayrıca bir de sosyal yapı var ve bu yapıya mensup olanlar suçlanmamalı” diyene “sen örgütü övüyorsun” denemez.

Aynen, “bu sanık bu suçu işlemedi, işlemiş olamaz” diyene, “sen suçluyu koruyorsun, sen de suçlusun” denemeyeceği gibi. Ayrıca tasnif yapabilmek için, amaç suç/araç suç ayrımı önemlidir.

(Bu konu için akademik kaynaklara ve bilhassa Prof. Dr. İzzet Özgenç’in twitlerine ve Terörle Mücadele Kanunu Şerhi ile Suç Örgütleri kitabına ve Türk Ceza Hukuku kitaplarına bakmakta fayda var).

Darbe yapmak ve yönetimi ele geçirmek bir amaçtır. O halde doğrudan bu amaca ait eylemler (darbe gecesi işlenen suçlar ve bu suçların hazırlık aşamasına ait fiiller) amaç suçtur.

Bir de o amaca ulaşmaya yardımcı olan araç suçlar vardır. Meselâ iddianamelere göre bu amaç suçun işlenmesini kolaylaştırmak amacıyla örgüt elemanlarını önemli kadrolara yerleştirmek üzere onlara kopya vermek, örgüt üyelerinin bürokraside önünü açmak için rakiplerine gözdağı vermek, entrikalarla ayaklarını kaydırmak vs. vs.

Bir “sosyal yapı”nın, kendi bünyesinde bir de darbe yapmayı planlayan bir “terör örgütü” bu durumu o yapının içinde yer alanların hepsi bilmez. Sadece o planlamayı yapanlar bilebilir. Diğer ifadeyle “amaç suç” o sosyal yapıdaki herkese malûm olamaz. (Olsaydı zaten örgüt kısa süre sonra teşhis edilip çökertilirdi).

Aynı şekilde bir sosyal yapının planlayıcılarının amaç suç için gerekli gördükleri türden bazı araç suçlar planlamış ve bazı icracılar eliyle icra etmiş olduğunu varsayalım.

Bu halde de bu araç suçları işleyenlerin terör örgütü üyeliği suçlusu olabilmeleri için bu suçun amaç suça katkısını ve suç olduğunu bile bile işlemiş olmaları gerekir.

Bylock programını kullanma gibideliller –ki iddianamelerden bu programın en son Şubat 2016’da kullanıldığı ve bilhassa darbe hazırlıklarında ve gecesinde kullanılmadığı anlaşılıyor- ancak o sosyal yapıya mensubiyeti gösterir. Yoksa, bylock kullananların, kendi mensuplarınca çoğunlukla cemaat olarak bilinen bu yapının var olduğu iddia edilen suç örgütü yönüne mensubiyetini göstermez.

Nitekim Hâkimler Ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun Hatay’da 2013’te yaptığı hukukî müzakere toplantılarının notlarına göre Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 27.11.2012 tarih ve 2012/2721 Esas, 2012/13802 Karar sayılı ilâmının konu ile ilgili kısmı şöyle

(Lnk: http://hmt.hsyk.gov.tr/konular/adl-yarg/ceza-hukuku/4-teror-veorgutlu/4.pdf):

TCK’nın 220. maddesi anlamında bir örgütün varlığından söz edebilmek için; en az üç kişinin, suç işlemek amacıyla hiyerarşik bir ilişki ve süreklilik içerisinde, elverişli araç ve gereçlerle amaç suçları işlemek üzere bir araya gelmesi gerekmektedir.

Belirli bir amacı gerçekleştirmeye yönelmiş ve bu amaca uygun belirli bir büyüklüğe ulaşmış örgütlerin idaresini kolaylaştıran ve bu örgütleri ayakta tutup iş bölümü, süreklilik, disiplin gibi olguların sağlayıcısı olan hiyerarşik ilişkinin; suç örgütlerinin büyüklükleri ile işlemeyi amaçladıkları suçlara ve bu suçların niteliklerine, kurucu ve yöneticileri ile üyelerinin ait oldukları gelir grupları, eğitim düzeyleri ve mesleki durumları gibi hallerinden kaynaklanan niteliklerine ve sayılarına, bunların birbirleriyle olan örgütsel ilişki dışındaki hemşerilik, akrabalık ve mesleki beraberlik gibi diğer ilişkilerinin biçim ve niteliklerine, faaliyetlerinin gizlilik içerisinde ve örtülü bir biçimde yürütülmesindeki zorunluluğa uygun olarak kurulup yürütüleceği ve örgüt adına suç işleyenler ve örgüte yardım edenler ile ilişkilerin de aynı esaslar üzerinde gerçekleştirileceği, bu kapsamda; hiyerarşik ilişkinin merkezi, gevşek veya sıkı, menfaate, güce, korkuya veya başka bir sebebe dayalı, müstakil veya başka bir hiyerarşiye paralel olabileceği, bunun örgütün oluşumunu ve sürekliliği ile gizliliğinin sağlanmasını kolaylaştıracağı gözetilerek, dâvâ konusu her örgüt bakımından açıklanan esaslar üzerinden ayrı ayrı belirlenmesi gerekmektedir.

Örgüt, niteliği itibariyle devamlılığı gerektirdiğinden, kişilerin belli bir suçu işlemek veya bir suç işlemek için bir araya gelmesi halinde, örgütten değil iştirak iradesinden söz edilebilecektir. Ancak, amaçlanan suçları işlemede kolaylık sağladığı için işlenmesi amaçlanan suçlar açısından hazırlık hareketi niteliğinde olan örgütün varlığı için, amaç suçları işleme zorunluluğu olmadığı da dikkate alındığında, devamlılığın belirlenmesi noktasında yalnız amaç suçların sürekli bir şekilde işlenmesi değil, öncelikli olarak, amaç suçları sürekli biçimde işleme kararlılığının mevcut olup olmadığının araştırılması zorunludur.

Örgütün sahip bulunduğu üye, araç ve gereçlerin işlenmesi amaçlanan suçlar bakımından elverişli olup olmadığı, örgütün ve amaçlanan suçların niteliği ve özelliği göz önünde bulundurularak dâvâ konusu her örgüt bakımından ayrı ayrı aranması gereken diğer bir unsurdur.

Failler örgütteki konumlarına göre, yönetici veya üye olacaklardır. Örgütü sevk ve idare eden fail yönetici, örgütün amaçları doğrultusunda hiyerarşik yapısına dâhil olan fail ise doğrudan örgüt üyesi olarak kabul edilecektir.

Yine Faruk Turinay’ın Türkiye Barolar Birliği Dergisinde (2016) yayınlanan “Ceza Hukukunda Terör Örgütü Kavramı” başlıklı makalesinde de şu ifadelere yer verilmiş:

Bir örgütün terör örgütü olabilmesi için iki temel şart vardır: Örgüte mensup kişi ya da kişilerin suç fiillerini işlerken cebir ve şiddet kullanarak baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden birini uygulaması gerekmektedir.

Örgüte mensup kişi ya da kişilerin … Devlet otoritesini … ele geçirmek, … saiklerinden biriyle suç işlemesi gerekmektedir.

Aynı şekilde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının FETÖ/PDY ile ilgili olarak onbeş Temmuz öncesinde hazırladığı Çatı İddianamesinde de bu ayrım gözetilmiş ve şöyle denilmiş:

“… FETÖ’nün, suç işlemesi için sorumluluk alan yönetici veya üye olarak azmettirdiği ya da iştirak ettiği suçlardan sorumlu tutulmasının esas olduğu cemaatin inançlı, temiz, bütün işlerini Allah rızası için yapan samimî mensupları, kasten bir suça karışmadıkları sürece ceza hukuku alanının dışındadır. Sırf bu harekete mensup olmak, cezalandırma için yeterli değildir. Hizmet hareketi içerisinde kandırılan veya kullanılan geniş kitle bu soruşturmanın konusu dışındadır.”

Kafa karışıklığı biter. Yeter ki niyet iyi ve bilgiler sağlam olsun ve bir de vicdan susturulmuş ya da öldürülmüş olmasın.

Okunma Sayısı: 6637
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Aciz bir kul

    28.5.2017 09:48:23

    Çok güzel bir yazı çok güzel hir açıklama ANLAYANA teşekkürler Ahmet bey

  • Nur

    27.5.2017 23:28:33

    Allah kaleminize kuvvet versin.Daim hakki yazmayi nasip etsin.her yazinizi sevkle okuyorz

  • HÜSEYİN İLHAN

    27.5.2017 15:23:14

    İstediklerini,istediği belgeyi suç unsuru ve kendilerine göre tayin ettikleri tarihi milat kabul ederek insanları iki dudak arası ile mahkum ettirenlerin esasen NE İSTEDİLERSE VERDİM sözü ilede bu suça YARDIM-YATAKLIK YAPTIĞI ortada olmuyormu.O zaman bunu açıkça itiraf eden neden yargıya konu olmaz.Hadi canım ülkede HAK-HUKUK-ADALET kaldımı sayelerinde bunların.Dün ak dediğine bugün kara diyen alil kafaya takılırsan sonun ebedi hüsrandır.

  • Alim

    27.5.2017 15:04:13

    Allah haksızlık yapan zalimlere en aci sorsun

  • Alim

    27.5.2017 15:03:27

    Hukuk ve de insanlık bitti.Umut yokkk.Kin ve nefret sonucu ,Bol zulüm var,haksızlık var.

  • Özcan Erkiş

    27.5.2017 14:53:58

    (2 )Sayın Battal ikinci ehemmiyetli bir mesele de, hukuktan kaynaklanan mağduriyetlerin yaşandığı şu süreçte, sayın İlhan'ın da "OHAL yetkisini istismar" başlıklı makalesinde de ifade ettiği 'OHAL'in gerekli kıldığı konular' bahsini de bir hukukçu olarak, anlayacağımız tarzda izah etmenizi rica ediyoruz. Zira bir önceki yazınızda da isabetle tesbit ettiğiniz bir "eksen kaymasının "olduğu âşikâr. Yalnız bu kayma hukukta ve yargıda olursa, tıpkı yaşadığımız mağduriyet sürecine benzer vahim neticeleri olur. Öyle ki sonunda CB bile "at izi it izine karıştı" demek zorunda kalır. Bakınız İbrahim Özdabak bile mahyasını "Hoşgeldin Yâ Şehr- i Ramazan" yerine "ADALET " diye yazması neye şiddetle ihtiyacımız olduğunu haber veriyor. Her zaman her yerde adalet!...

  • Özcan Erkiş

    27.5.2017 14:35:33

    Sayın Battal, tenvir edici yazınızdan da anlaşılıyor ki yalnızca vatandaşın değil, yargının da kafası ve aklı karışık. Vatandaşın kafa karışıklığı anlaşılabilir. Çünkü hukukçu değiller. Fakat ehl - i hukuk ve ehl- i vukuf bu konuda hassas olmalı ki, adaletsizliği netice verecek bir mağduriyete sebep olmasın. Bahsini ettiğiniz "tasnif "meselesi baştan yapılmadığı için mi yoksa önceden bir "terör torbası"oluşturup, "tasnif ve "isnad" gözetilmeksizin cezalandırna cihetine mi gidilmiştir? Mağdurların hakkı için, bu niyet ve kastı da sorgulamak zorundayız. Demek yargının tarafsız ve bağımsız olması kifayet etmiyor. Bunlara ilaveten yargının ÂDİL, CESUR, VİCDANI HÜR olmalı değil mi? Meselâ 1944 Denizli Ağır Cezanın yargıçları âdil ve cesur olmasaydı, o dönemin ceberut idaresine karşı Bediüzzaman Hazretleri hakkında beraat kararı verebilir miydi?

  • Yusuf ATMACA

    27.5.2017 11:34:14

    Malesef iyi niyet görünmüyor. Balyozcuların itiraf ettikleri tepeleme uygulanıyor. Hukuk h si yok. Vatansever masum insanlara terörist yaftası yüzlerce kanalın günde yüzlerce tekrarı ile halk linçe yönlendiriliyor.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı