Malûm, öyle dindarlar var ki demokrasiyi bir yönetim biçimi değil bir din olarak görüyorlar.
‘’Demokrasi dini’’ diyorlar. Elbette bununla demokrasinin bâtıl bir din olduğunu kastediyorlar ve demokrasiye, bâtıl bir dine düşman olur gibi düşman oluyorlar.
Elbette demokrasi taraftarı dindarlara da ‘’bâtıl bir dinin taraftarı’’ muamelesi yapıyorlar. Sözle değilse de kalple...
Bu bakış açısından kısmen etkilenmiş olan dindar ve Batı düşmanı bir gence soruyoruz:
-Senin istediğin İslâmî rejimde yöneticiler seçimle işbaşına gelmeli mi?
—Evet, olabilir, saltanattan iyidir.
-Yöneticiler seçenler tarafından da denetlenmeli mi?
—Evet, iyi olur.
-Yönetici adayları partileşse ve bazıları iktidar, bazıları muhalefet olsa mahzuru var mı?
—Hayır, aksine faydası var, zira müsabaka ve murakabe iyidir.
-Muhalefetin iktidar olmaya çalışması ve bu maksatla propaganda yapması yanlış mı?
—Hayır, elbette çalışacak, yalana ve hileye başvurmuyorsa mesele yok.
-Medya siyasî bir araç/ortam halinde olsa ve halkı bilgilendirse nasıl olur?
—Yalan dolan yazmadıktan sonra faydalı olur.
-Bu dediklerimizin ayniyle vaki olduğu veya olacağı rejimin adı ne olsun?
—Adı demokrasi olmasın da ne olursa olsun!
Demek bu genç demokrasinin adı ile manasını birleştiremiyor. Demek demokrasiyi “ismiyle’’ değil müsemmasıyla (ismin işaret ettiği mana ile) tanımak lâzım ki o tanıma doğru tanıma olsun.
Demokrasinin ismine ve mânâsına karşı tutumu belirleyen en önemli faktör demokrasi pratiği.
Demokrasi pratiğini kiminle veya hangi dönemde görmüş isek o dönemin şartlarına ve o kişilerin özelliklerine boyanmış bir demokrasi algılıyoruz. Kararımız da bundan etkileniyor.
Meselâ Bediüzzaman, Münâzarât’ta da anlattığı üzere 1800’lerin sonlarında demokrasiyi (o zamanki adıyla hürriyet ve meşrûtiyet rejimini) önce o zamanki Batılılaşma taraftarları ile ve ‘’devlet/padişah düşmanları’’ ile tanımış. Bunların da etkisiyle kısa bir süre tereddüt etmiş. Ancak hemen ardından hürriyet fikrinin hakikatini ve demokrasinin muhalefeti meşrû eden ve insanı hakikî insan eden çekirdeğini görmüş. Kararını vermiş. Hürriyete adeta âşık olmuş.
Meselâ Nurcular, demokrasiyi 1946’dan itibaren tanımışlar. Hürriyeti, bilhassa İslâm’a hizmet etmek isteyenlerin hürriyetini, Demokratların icraatlarında tatmışlar. Demokrasinin, güzel bir ideal olmaktan başka, doğru bir araç olduğunu da görmüşler ve böylece hürriyet talebi hususunda Üstadlarına sadâkatleri tatbikat ile de pekişmiş.
Meselâ bilhassa 1960’ların sonlarından itibaren, dinde hassas ve fakat akıl yürütme kapasitesi zayıf bir kısım dindarlara (bir isme göre İslâmcılara), Demokratların günahları gösterilmiş. Demokrasi ile ve hürriyet ile gelen bazı kötülükler ve yanlışlıklar abartılmış. Onlar da bu “görüntüye’’ adeta “takılmışlar’’ ve hürriyet ve demokrasi fikrinin hakikatini kaçırmışlar. Kelimenin Batı dillerine ait olması da iyi bir bahane olmuş. Sonuçta demokrasi düşmanı ve dahi demokrat düşmanı olmuşlar.
Demek demokrasiyi doğru tanımak için ismiyle değil mânâsı ile tanımak lâzım.