İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun şehirlerarası yollarda gösteri yürüyüşünü yasaklayan kanun hükmünü Anayasa’ya aykırı bulup iptal eden Anayasa Mahkemesi kararını eleştiren, ama bilhassa üslûbu itibariyle kararı veren üyelere ve özellikle Başkana şahsen sataşma niteliği taşıdığı düşünülen polemikçi konuşmasından sonra “karşı cenah”tan nihayet sağduyulu bir değerlendirme geldi.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Prof. Dr. Zühtü Arslan hiçbir polemik unsuru içermeyen açıklamasında şunları söyledi:
“… yargı kararlarına yönelik eleştirilerin faydalı olabilmesi için asgarî iki hususun önemli olduğunu düşünüyorum. Birincisi herhangi bir metni eleştirmek için öncelikle onu okuyup anlamak gerekir. Bu yargı kararları için de geçerlidir. Daha kararın gerekçesi bile yayımlanmadan tamamen var- sayımlar üzerinden yapılan veya yayımlandıktan sonra okunmadan yöneltilen eleştiriler kamuoyunu yanlış bilgilendirme ve yönlendirme sonucunu doğurmaktadır. … sağlıklı bir eleştiri, okumayı ve okunanı doğru anlamayı gerektirmektedir.”
Son olayın “okumadan eleştirme” olduğunda şüphe yok. Cevap nazikçe ve yerinde.
“İkinci olarak eleştirinin eleştirilenler bakımından etkili ve faydalı olabilmesi büyük ölçüde kullanılan üslûba bağlıdır. Çoğu kez ‘nasıl’ söylediğiniz, ‘ne’ söylediğinizin önüne geçer. Hiç şüphesiz üslûp ya da ifade tarzı da ifade özgürlüğünün güvencesi altındadır. Elbette herkes dilediği üslûbu tercih etmekte serbesttir. Ancak yargı kararından ziyade kararı verenlere odaklanan ve eleştiri ötesine geçen ifadelerin fayda getirmeyeceği, zira eleştiriyi mecrasından uzak- laştıracağı açıktır. … Esasen kullandığımız dil kimliğimizi ve kişiliğimizi yansıtır. İnsan, dilinin altında gizlidir.”
O zaman da yazmıştık. Polemikçi, damgalayıcı, gerici-kırıcı ve kutuplaştırıcı-dışlayıcı üslûptan herkes kaçınmalı. Herkese karşı kaçınmalı. Ama bilhassa devlet yetkisi kullananların, “et kokarsa tuz basarsın, ya tuz kokarsa…” korkusunu yaşadığımız şu günlerde, tuzu kokutmaması ve “tuz koktu” dedikodusu yaymaması önemli.
Başkanın açıklamasının son kısmı daha önemli: “AYM Anayasa’nın ve kanunların kendisine verdiği görev ve yetkiler kapsamında, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel hak ve özgürlükleri güvenceye alan demokratik hukuk devleti niteliğini korumaya çalışıyor. … AYM’ye katkı yapmak istiyorsanız, lütfen kararlarımızı eleştirin. Eleştirileri gerçekten dikkate alıyor ve değerlendiriyoruz.”
Biz de şahsen Mahkemenin iç işleyişinde eleştirilere değer verdiğini yakından bilenlerdeniz.
Bu sebeple ve iyi niyetle şu soruyu soruyoruz:
Sayın Başkan,
Bugün Türkiye’de adaletin ve insan haklarının en önemli kitlesel sorunu şu: Aslında öyle olmaması gerektiği halde neredeyse iktidar ortağı iken muhalif hale gelen/getirilen bir cemaate mensubiyeti gösteren ve hiçbiri tek başına bir suç oluşturmayan deliller, 15 Temmuz sonrasında, “cemaat eşittir terör örgütü” denilerek terör örgütü üyeliği delili sayıldı. Bazı hainlerin suçları bahane edilerek, somut suç işlememiş ve bir terör örgütüne üye olma kastı ispat edilmemiş yüz binlerce kişi ve yakınları yargıdan ve yürütmeden bu sebeple ve haksız olarak “terörist” damgası yiyor. “Cemaat adına” işlenmiş birçok somut suç da bu arada kaynayıp gidiyor. Bunun yanlış olduğunu bu yanlışı yapanlar da biliyor ve hususî sohbetlerinde kolaylıkla söylüyor. Ama yapmaya devam ediyor. Psikolojilerini ve saiklerini siz tahmin edebilirsiniz.
Mahkemeniz, kararlarında bilhassa suç işleme iradesi ve kast yokluğu meselesini tartışmalı ve yargıya âdil bir yön vermeli. Bunu yapıyor musunuz? Ne zaman yapacaksınız?
Mahkemeler, Yargıtay ve Danıştay bunu sizden bekliyor. Allah için ve Vatan için adalet isteyen bizler de ümitle bekliyoruz. Ama kurbağanın gözü patladı patlayacak (bu da bizim üsluûbumuz)!
Ne olur daha fazla geç kalmayınız…