Bu memleketin ve civarının milletlerinin ya da halklarının ortak paydalarından biri din kardeşliğidir. Bizim şüphemiz yok. Olanların ahiret inancından şüphe etmeye hakkımız var.
Elbette bu birlik bu coğrafyada olup da Müslüman olmayan kişileri ya da kitleleri dışlamaz. Dışladığını iddia edenler İslâm’ın temel ilkelerini değil, fiilî durumda ortaya çıkan yanlış uygulamaları örnek gösteriyorlar. Gösterebilirler. Bu tür bir örnek de hakikatinde örnek değildir.
Müslüman çoğunluğun, birliğini muhafaza edebilmesi mümkün. Kendi içinde ırklarına ve alt unsurlarına bölünmeden ve parçalanmadan yaşayabilmesinin yolu var.
Bu yolu hem Amerika Birleşik Devletleri ve hem de Avrupa Birliği gösteriyor.
Bu iki birliğin birbirinden farklarının bu meselede bir önemi yok. Önemli olan, örneğin doğru olması. Mümkünü gösteriyor olması.
Bu örneklerden ve kendi öz değerlerimizden aldığımız derslere göre bir arada yaşamanın en esaslı prensipleri şunlar:
- Pastayı yani iktisadi serveti bölüşerek çoğaltmak.
- Mutluluğu, herkesi dâvet ederek çoğaltmak.
- Acı ve ıztırabı, paylaşıp bölüştürerek azaltmak.
- Hürriyetleri doğru kullanarak ve yanlış/kötüye kullanmayı engelleyerek çoğaltmak.
- Devletin ve kamunun nimetlerini, adaleti sağlayarak paylaştırmak ve çoğaltmak.
İşte bu adalet meselesinde en büyük imtihanımız sürüyor.
Devlet ve toplum, adaleti, tam (mahza-katışıksız) adalet olarak tatbik edemiyor.
Devleti elde edenlerce, adalet, nisbî ve izafi de olabilir deniliyor, ama fiilen böyle olmuyor. Adalet perdesi altında zulümler kol geziyor.
Bu adaletsizlikler yüzünden, birileri, devleti, adaletli de olabilecek bir hizmet aygıtı olarak değil, kan dâvâsının tarafı gibi görüyor.
Terörize ortam ise yanlış kan dâvâsını körüklüyor, adaletsizliği daha da artırıyor.
İşte bu yüzden önce adalet lâzım.
Hem de adalet-i mahza lâzım.
Zulüm sarmalı hepimizi yok etmeden, aklımızı başımıza almamız lâzım.