ABD’de siyaset bilimi hocası olan Prof. Dr. Hakan Yavuz’un Hürriyet’e verdiği röportajda yer alan tesbitleri incelemeye devam edelim:
Röportajda, “Özgürlükçü bir demokrasi istiyorsak, siyasal İslam, bastırılması, kontrol altında tutulması gereken bir şey mi olmalı? Güçlendiğinde kendimizi bir gül bahçesinde bulmadığımızı gördük... Bu paradoks nasıl çözülür” sorularına da şöyle cevap veriyor:
“İslam, dinimiz. Siyasi kültürümüzü besleyen en önemli sembollerimizin kaynağı. Diğer dinler gibi demokrasi ile uzlaşmıyor. Uzlaşması da şart değil. İlahi kaideler ile toplumun fikir birliği içinde inşa ettiği kaidelerin her zaman uzlaşması zor. Birinin temelinde vahiy diğerinin akıl var. Müslüman ülkelerdeki deneyimler İslamî siyasi hareketlerin başarısız olduğunu gösterdi. Bu, ‘Din dışlansın’ demek değil. Siyaset ve kamu alanında olabilir. Ama devlet yapısının dışında tutulmalı.”
Cevaptaki “bilim din ya da akıl vahiy ilişkisi meselesi” bir yana İslam’ın demokrasi ile asla uzlaşmayacağı varsayımı aslında gerçek demokratların işbaşında olduğu ve AB hedefinin gerçekten ciddiye alındığı yıllar için geçerli değil. Ama belki de Hakan Yavuz bu dönemleri yeterince incelememiş.
Yine “çalışmalarınızda yıllarca Cemaat’i, AK Parti’yi, İslam’ın demokrasiye açılan kapısı olarak ele almışsınız. Düş kırıklığı yaşadınız mı” sorusuna da şöyle cevap vermiş:
“Çok umutluydum. İslam’la demokrasinin, modernitenin sentezinin yapılabileceğini düşündüm. Büyük beklentiler içinde birçok çalışmaya imza attım ama endişelerime de yer verdim. 2008’de gidişatın çok kötü olduğunu gördüm. Hürriyet gazetesinde attığım çığlığa Cemaat kulaklarını kapadı ve beni hedef tahtasına oturttu.”
Bu cevaptan anlıyoruz ki Hakan Yavuz henüz İslam ve demokrasi konusunda doğru yaklaşıma sahip bir cemaat ile de bir siyasi akım ile de buluşamamış. Yeni Asya’nın konu ile ilgili yayınlarını kendisine tavsiye ederiz.
Son soru şu: “Ayağa kalkmak için ne yapılmalı?”
Cevap ise şöyle: “Avrupa’dan kopmak, ABD ile düşmanca ilişkiler çok zararlı olur. Türkiye müttefiksiz yaşayamaz. Bu müttefik de Rusya olamaz. AB’nin bizi aşağılamasına izin vermemeliyiz ama onların anlayacağı bir dille konuşmalıyız. Siyasi ve ekonomik kıblemiz Brüksel’dir. Öyle kalmalıdır.
Bu cevapta “kıble” kelimesinin kullanılması belki rahatsız edici. Ama cevap ana bakış açısı ve mana itibariyle doğru.
Daha da önemlisi AB ile ilişkilerimizin en önemli yönü de aslında İslam’ı temsil eden “biz” ile demokrasiyi temsil eden “AB” arasındaki ilişkiler meselesidir. Yani AB ile Türkiye uyumlulaştığında İslam ile demokrasi de uyumlu hale gelmiş olacak.
Bu sonuç ise dünyanın sulh-u umumiye yani genel barışa ulaşmasına kapı açacak kadar önemli bir sonuç.
Bizi AB’ye -iç politika rüşvetleri hatırına- üye yapmaya çalışırken ihtiyaç kalmayınca vazgeçip bu sefer yine politik hesaplar uğruna bizi AB’den koparmaya ve ne idüğü belirsiz Şangay yollarına savurmaya çalışanların kulakları galiba çınlayacak!
Varsın çınlasın…