Hayrettin Karaman 13 Haziran tarihli “Doğrucu Davut Olmak” başlıklı yazısında şu cümleleri kurdu:
“Söz doğru olacak, ama doğru söz yerinde, zamanında, faydadan çok zarara sebep olmadığında söylenecek ki, hikmetli de olmuş olsun.”
“Islaha, hakkın yerini bulmasına, yanlışın düzeltilmesine… faydası olmadığı halde düşmanın, zalimin, kötü niyetli kimselerin işine yarayacak doğruyu söylemek fazilet değildir; nefsi şişirebilir, alkış da alabilir, ama hayırlı sonuç doğurmaz; bunu yapanların sorumlu olacaklarını hesaba katmaları gerekiyor.”
Karaman’ın dolaylı biçimde günlük siyasete temas eden ve seçmene ve medyaya yön veren bu cümlelerinden biz şunu anladık: “Siyasetçiyi eleştirmek caizdir, ama yeri ve zamanı önemlidir. Gün iktidarı eleştirme günü değildir.”
Ama şunu anlamadık: Siyasî rekabetin “dost / düşman” kavramı ile ilgisi var mı? Varsa nedir?
***
Bir gün sonra aynı köşeden aklımızdaki sorunun yanına yeni sorular geldi: Karaman, “Kötüyü ayıklamak (ayıkla pirincin taşını)” başlıklı yazısında da şunları yazdı:
Beğenilen bazı yöneticilerin yakın veya uzak çevrelerinde, genel olarak icraatı takdir edilen bir iktidarın bir kısım mensuplarında ahlâk, liyakat, adalet, hakkaniyet… bakımından arızalar, eksikler, çürüklükler oluyor, iyi niyetli bazı insanlar da yetkili sorumlular bunları niçin ayıklamıyorlar diye “haklı olarak” yakınıyorlar; yakınmakla kalmıyorlar, Doğrucu Davutluk adına olur olmaz zamanlarda biraz da abartarak ve genelleme yaparak şikâyetlerini yayıyorlar. Siperde bekleyen muhalefet -ki, kendilerinde de ayıklanacak pek çok unsur olduğu halde bunu yapmazlar- fırsatı kaçırmıyor, iktidar dostlarının yersiz ve zamansız ifadelerini kullanarak amaçlarına ulaşmaya çalışıyor, bazen de ulaşıyorlar.
Dostlar, “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” akla ve hikmete uymaz…
Mevcut iktidarı yıpratmak ve yok etmek isteyen iç ve dış mihraklara bakıyorum; bunların ve özellikle dışarıdakilerin ve içerideki “yönü ve dâvâsı farklı olanların” derdi ahlâk, liyakat, hak-hukuk değil (keşke olsa), dertleri ve hedefleri Türkiye’yi teslim almak; mel’un emellerine mani olmaya çalışan, zalimlere karşı dik durup hiç değilse hakkı söyleyen lideri bertaraf etmekten ibaret. Dünyayı güce dayalı zulümle yöneten güçler ne yazık ki, bazı adı Müslüman olan liderleri/ülkeleri teslim aldılar, ümmetin malını ve canını bu hainler sayesinde çalıyorlar. Türkiye’yi de -Allah korusun- teslim alırlarsa hem maddi hem de manevî olarak kayıplarımız çok büyük olacaktır.
Meseleye pirinç ayıklamakla başlayıp bu noktaya geldik; şunu demek istiyorum:
1. Bize benzeyen ülkelerde tasfiye (pirincin taşını/kötüleri ayıklamak) kolay değildir, ama yapılmalıdır.
2. Savaş sırasında âdî suçluların cezası infaz edilmez ve biz zalimlerle savaş halindeyiz. Her şeyin uygun bir zamanı vardır ve bunu gözetmek gerekir.
Islah niyetine dayalı olup hikmete de uygun olan her uyarı, tenkit, gayret makbuldür elbette, ama Doğrucu Davutluk adına düşmana fırsat vermek ve bindiğimiz dalı kesmek de makul ve meşrûdur diyemem!
***
Böylece Karaman yeni bazı soruları aklımıza getirdi:
Mü’minlerin kâfirlerle ve adillerin zalimlerle savaş halinde olmadığı bir yer ve dönem olmuş mudur?
Siyasette düşman kimdir? Kime düşman denebilir?
Doğrucu Davutluk dış düşmana ne fayda sağlar?
İç düşman diye bir düşman türü var mıdır?
Siyasî muhalefet suç olabilir mi? Olursa ne zaman “düşmanlık” seviyesinde bir suç olur?
Muhalefeti topluca düşman kategorisine koymak mümkün müdür?
Elbette bu sorulara bir cevap gelirse hem okumak ve hem de yayınlamak isteriz.