Bu günlerde, sosyal hayatımızın istikbalini nazara alan hemen hemen herkes, bildiri ve benzeri sebeplerle muhalefetin sınırlarını da düşünüyor.
Muhalefetin meşrûiyeti bir demokrasi meselesi ve bu konuda fikir imal etmek hususunda Bediüzzaman açık ara önde. O halde onun ne dediği önemli. Bilhassa dindarlar için...
Yakın tarihin bize yardımcı olması için Bediüzzaman’ın yaşadığı dört dönemi ve muhalefetini anlamak lâzım.
Birincisi mutlakiyet dönemi.
Bu dönem Abdülhamit Hanın mutlak istibdadı dönemidir. Bediüzzaman bu mübarek padişahın velâyetini kabul etmiş, ama “bir veli haydut kıyafetine girse” diyerek riski de göstermiş. Özetle “veliler de siyasî hata yapabilir, velayetine değil siyasetine bakalım” diyerek Abdülhamid’in siyasetini eleştirmiş. Hatta tarz-ı siyasetini reddetmiş.
O dönemde bazı sofular, eleştiride ileri gidip Abdülhamid Haydar’ı dinden çıkmış bir eşkıyaya benzetircesine “Haydo” demişler.
Dinden uzaklaşma ve Batılılaşma taraftarı başka bazıları da Abdülhamid Haydar’a eleştiri için “medeniyetten uzak” mânâsında kinaye yollu “Haydar Ağa” demişler.
Bediüzzaman ise Abdülhamid’e “sadece Haydar” demiş ve devam etmiş: (Mealen) “Ey Haydar, Peygambere tabi olmayıp zulmedersen padişah da olsan haydutsun...”
İkincisi savaş şartları dönemi.
1914’ten 1924’e kadar Bediüzzaman iç siyasette eleştirilerini azaltmış. Zira bu dönemde asıl mesele düşmanı durdurmak ve kovmak olmuş.
Bu dönemde zındıkaya kapılan bazı safdiller hükümete muhalefet etmeyi abartıp devlete düşmanlığa dönüştürmüş.
Bediüzzaman ise mealen “ben bir siyasetçiye muhalefet tokadı vuracaksam siyasetçi kimliğine vururum, devlet adamı kimliğine değil, zira devlete vurmak, hele savaş şartlarında, düşmanın ekmeğine yağ sürer” diyerek iki statüyü ayırmak gerektiğini öğretmiş.
Üçüncüsü tek parti istibdadı.
Müptedi CHP’nin içindeki zındıka merkezinin, bid’akâr bazı dindarları yanına alarak 1924-1950 arasında uyguladığı dolaylı din düşmanlığını biliyoruz.
Dinin görünürlüğünün (şeairin) tahrip edildiği bu dönemde Bediüzzaman şeairden yana dik durmuş, iman kalesini korumuş, siyaset yoluyla mukabelede bulunmamış, ancak bilhassa Mahkeme savunmalarında yöneticileri ikazdan da geri durmamıştır.
Dördüncüsü Menderes dönemi.
Çok partili gerçek demokrasinin nimetlerinden faydalanılan bu dönemde Bediüzzaman, İslâm’ın görünürlüğünü de serbest bırakan Demokrat Partiye rey desteğini din namına vermiş, onları fikren yönlendirmiş, hayra teşvik etmiştir.
Amma, aynı Bediüzzaman aynı Demokrat Partiye, ısrarla, suçun ve cezanın şahsiliği anlamındaki “vela teziru...” ayetine uymaları ve milletin hizmetkârı olmaları gerektiğini yazıp söylemiş.
Demek bu babda hataları varmış ki Bediüzzaman da onları ikaz etmiş.
İşte dört müsbet muhalefet.
AKP’yi ve iktidarını 1950-60 arasındaki Demokrat Parti iktidarı gibi gören dostlarımızın hiç değilse bu son tarz muhalefeti yapması lazım.
Yapabiliyorlar mı? Ne cevap alıyorlar?
“Akıl verme, akıl verme; vereceksen rey ver...”