1. İslâm Hukuku’ndaki faiz yasağının kapsamını doğru anlayabilmek için öncelikle “para” kavramının bin yılda geçirdiği değişimi bilmek gerekir.
Eskiden, sun’î yolla çoğaltılamayan altın ve gümüş gibi kıymetli madenler “görünmez el” marifetiyle “para” olurdu. Yakılınca kül olmayan ve aksine yandıkça saflaşan külçe altının pare pare kalıba dökülüp tura/tuğra denilen damgayla işaretlenerek sikkeleştiği şey “para” idi.
Üç beş yüz senedir ise, “piyasa yapıcı olma yetkim var” diyen birileri matbaada dilediği kadar kâğıt parçasını “para” olarak basıp piyasaya sürüyor. Kıymetli madenler artık “para”nın aldığı bir tür “mal”. Yani modern çağda para artık kâğıttır, piyasa yapıcı durumundaki birilerince “değerli” dendiği için değerli olan, ama “yanınca kül olan” bir şeydir. Altının yerine ikame edilmiş bir kaim değerdir, kaimedir.
İktisadî sistemler bu farka göre şekilleniyor. Hukuk da bunu nazara almak zorunda.
Dolayısıyla günümüzde; ödünç, mislen iade, aynen iade, fazlalık, risk gibi kavramlar anlam değiştirmiştir.
2. Satış sözleşmesinde başka yasaklar ve hileler olabilir, ama satışta faiz olmaz.
Kira sözleşmesinde de başka hileler ve yasaklar vardır, ama kira sözleşmesinde de faiz olmaz.
Akdî faiz ödünç sözleşmesinde olur. Faiz “paranın kirası” değildir. Zira para kiraya verilemez, ödünç verilir. Geriye aynısı değil misli iade edilecek olan her şey böyledir.
3. Ödünç alanla verenin vade sonunda sabit gelir, yani fazlalık almak/vermek üzere akitleşmesi faizli akittir. Kur’ân bunu açıkça yasaklar.
4. Devlet, sahip olduğu faizli banka vasıtasıyla vatandaşıyla ödünç akdi kurup verdiği ödünçten reel faiz geliri elde etmeye çalışırsa bu da haram mıdır? Bu soru ayrıca tartışılır, zira bu ihtimalde bu çağın devletlerine özgü olan bazı sorular, meselâ “devlet kazanç peşinde koşar mı?” ve “devlet haram bir akdin tarafı olabilir mi?” soruları devreye girer.
5. Devletin, enflasyonun altında kalacağı açık olan bir faiz oranıyla ödünç vermesi (meselâ öğrenci kredileri türünden nakit kredi kullandırması) halinde reel faiz alması söz konusu olmayacağından bu meselenin “faiz yasağı” ile ilgisi yoktur. Zira bu durumun devletin piyasada özel sektörden daha ucuza mal satmasından (meselâ çiftçiye indirimli mazot satışından) farkı yoktur. Bu sübvansiyonlar sosyal devletin gereklilikleridir.
6. Temerrüt faizi meselesine gelince: “Faizli ödünç akdi” kapsamında faiz alınıp verilince haram olur. Alan da veren de başta bir vadeye ve fazlalığa razı oldularsa bu faizli bir akittir ve vade geldiğinde reel bir fazlalık alıp verdilerse bu faizdir.
Ama, bir para borcunda borçlu borcunu vadesinde ödememişse ve ödememekte direnmişse temerrüde düşmüş demektir.
Alacağına kavuşmakta geciken her alacaklı elbette gecikmeden doğan zararının telâfisini isteyebilir. Borçlu, bilhassa gecikmede kusurluysa, bu zararı karşılamalıdır. Bu borç ister ödünçten doğsun, isterse satış veya kira gibi başka bir sözleşmeden doğsun ve hatta isterse nafaka gibi doğrudan kanundan ve mahkeme hükmünden doğsun, sonuç değişmez. Zarar veren tazmin etmelidir.
7. Gecikmeden kaynaklanan bu zararı telâfi/tazmin için kanunun öngördüğü fiks orandan ödenen gecikme/temerrüt faizi, fiilî durumda, miktarı itibarıyla alacaklının ancak reel zararını karşılıyorsa adı faiz de olsa kendisi tazminattır, faiz değildir.
Ama bu fiks oran, alacaklıya zararından fazla bir gelir/fazlalık kazandıracak kadar yüksekse bu kısmın adı da kendisi de faizdir. Bu fazlalığın haklı ve meşrû bir izahı yoktur.