"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Farzı muhal afet

Ahmet BATTAL
26 Ocak 2016, Salı
Son yazımızda, Bediüzzaman’ın hayatından ve tatbikatından da örnekler vererek, olması gereken muhalefet tarzını anlattık. Bazı ilaveler yapalım.

Muhalefetin kendisi meşrudur, yeter ki meşru dairede kalsın.

Mesela, bir sürücüye muhalefet etmek, onun yolda kalmasını sağlamak mânâsına gelirse iyidir.

Böyle bakıldığında, bir arabayı gerektiği kadar yavaşlatan fren de muhalefettir, arabayı yolda tutan ışıklı babalar da.

Ama bildiği yoldan giden bir arabanın motorunu arızalandırmak ya da lastiğini patlatmak, meşru muhalefet değil, olsa olsa yıkıcı/tahripkar muhalefettir.

Muhalefet “ben, ben…” ya da “biz, biz…” demekten kaynaklanabilecek her tür hatanın panzehiridir.

Yanlışa muhalefet etmek meşrudur ve lazımdır.

“Bana ne, neme lazım” demek, hataya sessiz kalmaktır, hatta onay vermektir.

İktidara muhalefet etmek onun dengede kalmasını sağlar.

İktidarda olmayan bir partiye muhalefet edilmez. Partiye oy verilir ya da verilmez.

Muhalefet de eleştirilebilir ama muhalefeti gözden düşürmek için “muhalefete muhalefet” etmek çoğu zaman iktidar yağcılığıdır ve en azından bir lüzumsuzluktur.

İktidarda olan bir partinin “kendisine değil icraatına” muhalefet edilir.

İktidara “toptan muhalefet” edilmez. Yapması gerekirken yapamadıkları ve yapmadıkları hatırlatılır. Yanlış yaptıkları ise doğrusu da gösterilerek eleştirilir.

İktidardaki partinin meşru araçlarla reklamını yapmak ve bilhassa hizmetini de delil göstererek iktidarda kalmasını istemek meşrudur. Ama iktidardaki partinin meşru yolla yani seçimle iktidardan gitmesini istemek de meşrudur ve meşru bir muhalefettir.

Kendisini demokrat olarak tarif eden ve iktidardakilerin yeterince ya da gerektiğince demokrat olmadığına inananlar için, “demokratların iktidarı”nı istemek bir meşru muhalefettir.

İktidardakilerin demokrat olmalarını ya da “daha demokrat” olmalarını istemek de bir meşru muhalefettir.

Bir not: Cumartesi günkü yazımızda Bediüzzaman’ın yaşadığı ve siyasi tavır sergilediği dört dönemi sayarken “Birincisi mutlakiyet dönemi. Bu dönem Abdülhamit Han’ın mutlak istibdadı dönemidir” dedik.

Bazı dostlarımız, Bediüzzaman’ın, Abdülhamid Han’ın istibdadına “zayıf istibdat” ve “mecbur olduğu istibdad” dediğini, bilhassa 1912 sonrasında İttihat Terakki İktidarı dönemindeki istibdadı “kuvvetli istibdat” olarak nitelediğini ve 1924 sonrası tek parti istibdadını “mutlak istibdat” olarak tarif ettiğini, dolayısıyla Abdülhamit’in istibdadına “mutlak istibdat” denmemesi gerektiğini hatırlattılar.

Teşekkür ediyoruz. Gerçekten 1908 öncesi “şahsın istibdadı” ve “akla husumet”i varken 31 Mart 1909 sonrasında, bir komitenin üstelik “hayata adavet” eden istibdadı geldi. 1925 sonrasında ise hem hayata ve hem de şeaire düşmanlık eden bir komite istibdadına dönüştü. Yani gittikçe arttı ve şiddetlendi. Şüphe yok.

Yukarıdaki sözde bizim maksadımız ise, sadece, Abdülhamit’in mutlakiyet dönemindeki istibdadın, rejimin “mutlak”lığına yani “meşrut” olmamasına bağlı bir istibdat olduğunu ifade etmekti. Böyle anlaşılmalı.

Son not: Memurlardan sonra öğrenciler ve kışlalar için de Cuma düzenlemesi talimatı veren Başbakanı ve hükümeti elbette tebrik ediyor, icraatın da takipçisi olmasını istiyoruz.

Okunma Sayısı: 2588
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı