Anayasa açık. Hukuk devleti ilkesi net:
Neyin suç olduğunu belirlemek yasama organının, yani Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin işi.
Kimin suç işlediğini ya da suçu kimin işlediğini belirlemek ise yargının, yani bağımsız ve tarafsız mahkemelerin ve savcı ve hakimlerin görevi.
Yürütmenin görevi sadece yeniden suç işlenmesini önlemek için kanunlar dairesinde kendisine düşen tedbirleri almak.
Cumhurbaşkanı, Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı… Bunların hepsi yürütme erkinin parçaları. Dolayısıyla bunların ve bunlara bağlı çalışan diğer devlet görevlilerinin ya da yetkililerinin suç ve ceza hususunda hiçbir yetkileri ve görevleri yok.
Bilhassa Adalet Bakanının, şüphelilerle, sanıklarla ve ceza dosyalarıyla ilgili olarak mahkemelere ve hatta savcılara talimat ve hatta tavsiye niteliğinde beyanda bulunması gö-revinin dışına çıkması demek. Savcıların ve hakimlerin bu beyanları bir tür talimat hükmüne alması ise açıkça suç işlemek demek.
Eeee, o zaman, bu boşa basılan basının bu işlerde yürütmeyi ve bilhassa Adalet Bakanını konuşturarak ve konuşmasına zemin hazır ederek yürütmeyi yargı hakkında “kendi kendine gelin güvey yapma” gayretinin sebebi nedir?
Haberlere bakınız: Adalet Bakanı, mesela “morbeyin mağdurları” için açıklama yapıyor, kimlerin mağdur değil suçlu olduğunu belirleyip açıklıyor. Ama “hangi yetkiyle” diye soran bir havuz medyamız bile yok.
Hadi medya yağcılık yapıyor. Devlet adamları bu yağlı çukura neden düşüyor?
Hadi medya tetikçilik yapıyor. Devlet yetkilileri bu tetiği neden düşürüyor?
Benzer olaylarda uygulama birliğini sağlamak Bakanın değil üst mahkemelerin görevi. Hele 15 Temmuz sonrası açılan davalarda… İleride birilerinin “bu davalara hükümet müdahale etti” demesi bile tüm kararlara gölge düşürecek!
Devlet büyükleri sırası gelince ve hatta yerli yersiz ve sık sık, Dünyaya ve Batıya karşı “bizde adalet tam yürüyor, yargı tarafsız ve bağımsız” diye efelenmeyi biliyor.
Ama yine biz ve hür dünya biliyor ki bizde yargı yürütmenin kontrolünde.
Bu iddiayı ispat için, başka diğer hiçbir delil olmasa, sadece şu delil yeter:
15 Temmuz sonrasında yaklaşık 4000 hakim savcı görevden alınmış ve haklarında ceza soruşturması başlatılmış durumda. Bunlar hakkında verilen her bir tutuklama veya tutuklamama kararlarının ilgili sulh ceza hâkimliğince ve başka dosyalardan ve Adalet Bakanlığından bağımsız olarak verildiğini varsaymamız gerekiyor, değil mi?
Böyle olduğu takdirde de tutuklananlarla tutuksuz yargılananların arasında kadın ve erkek sayıları itibariyle bir ilişki (korelasyon) bulunmaması lazım, yani erkeklerin ne kadarı tutuklanmışsa kadınların da en fazla o kadarının tutuklanmış olması lazım, değil mi?
Ama durum fiilen öyle değil. Türkiye çapında bu hakim ve savcıların erkek olanlarının pek azı hariç tümü tutuklanmış ve çoğunun tutukluluğu da sürüyor. Buna karşılık kadın hakim ve savcıların ise pek azı hariç çoğu tutuksuz yargılanıyor.
Bu fark tesadüfle ve sulh ceza hakimlerinin bireysel tercihleriyle izah edilebilir mi? Kesinlikle hayır.
O halde neler oluyor?
Savcıların ve hakimlerin eline kanunlardan başka metreler mi veriyoruz?
Adaleti metreyle mi ölçecekler?
Hani gözlerini bağlamıştık! Kim çözmek istiyor o bağı?
Yapmayın... Bizi dünyaya mahcup etmeyin… Perişan etmeyin.