Fıkıh ve adalet hakkındaki bu yazıda Bediüzzaman’dan destek alacağız.
Bu sebeple önce Bediüzzaman’ın fıkıh alanında yeterliliğini ifade etmek üzere, onun, Osmanlı Devleti’nin son döneminde kurulmuş olan en yüksek resmî-ilmî meclisin (Dar-ül Hikmet-ül İslâmiye) üyesi ve “mahreç” payesine sahip bir âlim olduğunu hatırlatarak işe başlayalım. Ta ki hükmümüzün yere sağlam bastığını bütün okuyucularımız anlasın (Zira bir süre önce Gazi Üniversitesi’ndeki bir dindar profesörün bile, bir sohbetimizde bize, Bediüzzaman hakkında, “o zatın okuma yazması yokmuş, öyle mi” diye sorduğunu unutamıyoruz.).
Bediüzzaman, Emirdağ Lâhikası’nda yer alan ve Başbakan Menderes’e yazdığı bir mektubunda, o dönemde iktidar yetkisi kullanan bazı kişilerin particilik taraftarlığı ile yaptıkları toptancılık ve zulümlere işaret ediyor ve fıkhî hükmünü söylüyor:
“Kur’ân’ın bir kanun-u esasîsi, muhabbet ve uhuvvet-i hakikiyeyi temin eden ve bu millet-i İslâmiyeyi ve memleketi büyük tehlikeden kurtaran bu kanun-u esasî ki, ‘Birisinin hatasıyla başkası mesul olamaz.’ Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa, o cinayete şerik sayılmaz. Olsa olsa, o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnız mânevî günahkâr olup âhirette mesul olur; dünyada değil.”
Bu önemli değerlendirmede, önce Kur’ân’dan çıkarılabilecek bir anayasa prensibi hatırlatılıyor: Suç ve ceza şahsîdir.
Çok önemli bir adalet prensibi.
Sonra da bir hüküm veriliyor: Dünyevî ve uhrevî sorumluluğun şartları farklıdır!
Bizce asıl mesele, bu iki önemli ve genel kuralı güncele ve yaşanan olaylara isabetle uygulamaktır.
Bu maksatla şimdi soralım:
Cinayete, yani adam öldürme (katl) de dahil ağır suçlara ve bilhassa siyasî saiklerle işlenen suçlara fiilen iştirak etmeyen bir kişiye, suçlularla arasındaki fikrî bağlılığı ya da yakınlığı olduğu gerekçesiyle bu suçla ilgili ceza verilebilir mi?
Bediüzzaman paragrafın sonunda bir ayrım yapıyor ve özetle diyor ki:
1. Yanlış fikre Allah ceza verebilir, ama devlet ceza veremez.
Yani suç işleyenleri de içinde barındıran bir sosyal-siyasî akıma sadece taraftar olmak suçlanma ve cezalandırılma sebebi değildir ve olamaz.
2. Zira böyle bir tarafgire siyasî tarafgirliği sebebiyle ceza vermeye kalkmak da particilik taraftarlığı anlamına gelir.
3. Particilik taraftarlığı ise hakikî kardeşlik ve sevgi bağlarını bozar ve milleti ve memleketi büyük tehlikelere atar. (Bizde maalesef çok zaman ve şimdi olduğu gibi.).
4. Birilerinin siyasî fikrini ve tutumunu beğenmeyebiliriz. Ama beğenmediğimiz fikirlere sahip kişiler suç işlemiş değillerse, suç işleyenlerle aynı fikirde oldukları gerekçesiyle devletin onlara ceza vermesini isteyemeyiz. Zira demokratik devlet bütün fikirlere eşit mesafeden bakar ve tarafsız kalır.
Demek ki neymiş?
Devletin, kendisini, -haşa!- Allah’ın yerine koyup da, ahirette sorumluluk sebebi olabilecek fikirleri dünyada cezalandırmaya kalkması yanlışmış. (Bu yorum, laiklerin de anti-laiklerin de, adalet isteyen ve hürriyet ve demokrasi taraftarı olan herkesin beğeneceği bir derstir. Bediüzzaman bu yüzden ortak paydadır.).
Nur Talebeleri bu dersi 1950-60 arasında Başbakan Menderes’e ve icracılarına okudular ve hakkıyla ikaz ettiler.
Yeni Asya, bu dersi, 1984’ten beri, “PKK ile mücadele ediyorum” deyip fikirleri sebebiyle Kürtlere zulmetmeye yönelen devlete okuyor, ama sesini kâh duyurdu, kâh duyuramadı.
Yeni Asya, bu dersi, 2008 ve sonrasında Ergenekon (ETÖ) dâvâlarında önüne geleni yalınkılıç biçen yargılama yanlışlarını yapanlara ve o yanlışları görmezden gelen ve hatta medya gücüyle taraftar olan ölçüsüz dindarlara okudu. Dindarlar arasında yalnız kaldı. Hatta cemaatçi-hükümetçi bütün dindarlarca ETÖ’cülükle suçlandı. Ama yılmadı. “Hak âlidir, bir gün anlaşılır” dedi.
Şimdi Yeni Asya ve okuyucuları, Risale-i Nur’dan aldıkları bu adalet ve fıkıh dersini, var gücüyle, günümüzün hakim dindarlarına okuyor. Okuyacak.
Özeti şöyle: Ey Hâkimler, ey hakim parti yöneticileri, ey hakim basın…
Kendinize güveniyorsanız, gücünüz yetiyorsa, görebiliyorsanız, fikrin hesabını karşı fikirle görün, hapisle korkutarak değil.
Bilin ki hiçbir fikir hapiste çürümedi. Sadece zalim zulmüyle anılır kaldı. Siz onlardan olmayın.