Yeni Asya’nın referandumda, “bu teklif mevcut sistemden de kötü, hayır demeliyiz” demesi anarşistlik ve bozgunculuk mudur?
Sorunun cevabı, “akıllı olan için” elbette bellidir: “Ne alâkası var. Evet de, hayır da bir haktır. Bir sistem ya da rejim değişikliği teklifine evet ya da hayır demekten ibarettir” denilecektir.
Kendisini akıllı zanneden, ama aslında aklını birilerinin cebine koyan bazı “sadık cahil” ve hatta bazı “sadık ahmak” dostlar (!) öyle değil.
Onlar Yeni Asya’yı sırf bu fikri sebebiyle; anarşistlikle, bozgunculukla ve hatta “devlet düşmanı” olmakla suçlamaya kalkıyorlar.
Hem de Bediüzzaman’ın Osmanlı’nın ikinci demokrasi denemesi döneminde 1909’da kaleme aldığı Münâzarât isimli temel eserindeki sözlerini alet ederek.
(Biliyoruz, onlar bu yazıya da fikren “cevap” veremeyecekler. Sadece aptalca sataşmayı sürdürecekler. Ama biz onlardan yanlış etkilenebilecek samimî dostları ikaz için yazalım).
Önce, “kötüye kullandıkları” şu cümlelere bakalım:
“Muhali (imkânsızı) talep etmek, kendine fenalık etmektir.
“Zerratı günahkârlardan mürekkep (Kurucu ve harekete geçirici unsurları, günah işleme kapasitesine sahip olan insan’dan oluşan) bir hükümet, tamamıyla masum olamaz.
“Demek nokta-i nazar (devlete bakış açısı/ölçüsü), hükümetin hasenatı seyyiatına tereccuhudur (iyiliklerinin kötülüklerinden fazla olmasıdır).
“Yoksa seyyiesiz (hiç kötülük yapmayan) hükümet muhal-i adidir (açıkça imkânsızdır).
“Ben öyle adamlara (hatasız devlet arayışı sebebiyle mevcudu tümüyle reddedenlere) anarşist nazarıyla bakıyorum.
“Zira onlardan birisi –Allah etmesin- bin sene yaşayacak olsa, adeta mümkün hükümetin hangi suretini (olabilecek devlet biçimlerinden hangisini) görse, hülya ile (daha iyisinin hayalini kurduğundan) yine razı olmayacak.
“Şu hülyanın (hayalinin) neticesi olan meyl-üt tahrip (yıkma arzusu) ile o sureti bozmaya çalışacak.*
(*Bediüzzaman’ın metne sonradan eklediği not: “Ki komünist ve anarşist manasıyla Kemalizm ve inkılâp softalarını ve dönmeleri görmüş gibi haber veriyor”).
O ahmak dostlar, bu metinden, bu günkü anlamıyla “bir hükümet”in yani bir şekilde iktidar olmuş olan “bir siyasî parti”nin ve hatta bir şahsın ve dar kadrosunun her dediğine “evet” demek gerektiğini çıkarıyorlar, adeta şişeden cin çıkarır gibi.
Bunların dedeleri de, aynı çarpık anlayışla, On İki Eylül 1980’de iktidarı darbe ile elde eden ve korkuttuğu veya zengin ettiği “prof”lara yazdırdığı antidemokratik anayasayı 6 Kasım 1982’de millete dayatan ve “evet” demeye zorlayan müstebitlere destek olmuştu. Yeni Asya’yı da yine anarşistlikle suçlamıştı!
Biz o safdil torunlara soralım:
Yukarıdaki metinde, Bediüzzaman’ın, “hükümet”i “devlet” ve sistem manasında kullandığını bilmiyor musunuz?
Hükümetle devleti birbirine karıştıran muhakemesiz aklınıza sadece şaşalım mı?
Bu metne göre ve hakikatte, birine anarşist denilebilmesinin ön şartının, ideal devlet arzusu gibi çok iyi bir arzuyla da olsa “mevcudu yıkmak” veya en azından “kurulu sistemi reddetmek” demek olduğu açık değil mi?
Bir fikir ekolü olan Risale-i Nur’un ve Yeni Asya’nın hangi yıkıcı hareketini gördünüz? Yanlışa yanlış demek ne zamandır “yıkmak” oldu?
Çok partili siyasette başkasının seçimlerdeki parti tercihine veya referandumlardaki anayasa/sistem tercihine “bana göre yanlış tercihtir, ama bu da bir tercihtir” demek yerine, “benim istediğimi istemiyorsun, demek sen anarşistsin” demenin, Bediüzzaman’a göre, bir istibdat ve bozgunculuk ve hakikî bir fitne olduğunu bilmiyor musunuz?
“Bu partinin iktidarının bütün fikirlerinin, bütün tekliflerinin ve bütün icraatının yanındaysan iyisin, karşısındaysan kötüsün, anarşistsin” demenin, “şeytandan kaçarcasına” kaçılması gereken menfî siyaset olduğunu bilmiyor musunuz? Yoksa siz de şeytana alet mi oluyorsunuz?
Bir de şuna bakalım:
Bediüzzaman Kur’ân’ın “ve lâ tezüru…” âyetiyle size ve bize beş kez öğrettiği “suçun ve cezanın şahsîliği prensibi”ni bir siyasî partinin iktidarında işlenen siyasî ve adlî suçlardan kimlerin sorumlu tutulması gerektiği hakkında da uygulamış mı? Evet.
Ne demiş? Mealen, “Dindarlara zulmeden eski CHP’nin dönemindeki zulmün sorumluluğunu, CHP’nin, bu suçu fiilen işleyen ya da işleten yüzde beşine veriyorum, diğerleri o suçlar açısından masumdur, zulme razı olmalarının hesabı ise uhrevidir” demiş.
Yeni Asya okuyucuları ve yazarları, meslekleri gereği, Kur’ân’ın adaletine uygun icraat yapmayı ve hükmetmeyi herkese ve bilhassa iktidar ve kudret sahiplerine teklif ve tavsiye ettiklerine göre, bu dönemde yapılan haksızlıkları da elbette sadece sorumlularına yüklerler.
Bütün iktidar partilerine ve şimdiki iktidar partisine de elbette hasenat/seyyiat dengesi yönünden bakarlar. Ve gözünü kapatanların görmek istemediklerini de görür ve gösterirler.
İktidarın önümüze koyduğu anayasa teklifine ise, Bediüzzaman’ın meftunu olduğu hürriyeti ve meşrûtiyeti, yani demokrasiyi “mevcut halden daha ileriye mi, yoksa daha geriye mi götürüyor” diye bakarlar.
Teraziyi çalıştırdık. Sonuç:
“Geriye değil ileriye götürüyor” diyen dostlara, eşini başkan yardımcısı yapan “İlham” yeter!
Avrupa Konseyi’nin anayasa reformlarını incelemekle görevli birimi olan Venedik Komisyonu’nun bu tasarı ile ilgili olarak “denetim mekanizmaları ortadan kaldırılmış” tesbiti ise o dostlara artar, fazla gelir; gözlerini melûl, kalplerini melâl, dillerini de lâl eder!