Akrabalar ve dostlarla bir arada iken sohbetin mevzusu düğünlere, davetlere ve hediyelere geldi.
Düğünlerde verilen hediyelerin kaydının tutulmasının sebepleri konuşuldu.
Başkasının düğününde hediye vermiş olanın kendi davetinde hediye beklentisinin bir “hak arayışı”na doğru evrildiği anlaşıldı.
Kendi düğününe hediye getirenin düğününe denk hediye ile gitme “mükellefiyeti”nin de bir “hak gözetme” arzusuna dönüştüğü anlaşıldı.
Acaba konu hak ve mükellefiyet midir?
Öyle ise denklik ihtiyacı nasıl çözümlenebilir?
Bu çerçevede akla yaklaştıran bir örnek olması için oradakilere şunu sorduk: “Onun iki çocuğu, sizin üç çocuğunuz varsa denkleştirmeyi nasıl yapıyorsunuz?”
Sorumuzu, ikiyi üçe nasıl böleceğini bilemeyenler cevaplayamadı. Ama yine de bir adalet(!) arayışına da girdiler.
Bunun üzerine “son düğününe mazeretiniz sebebiyle gidemediniz, akrabanız da öldü, borçlu mu kaldınız, ne yapacaksınız?” dedik.
Muzip bir genç atıldı: “Hediyemizi getirsin de isterse babamın cenazesine getirsin abi!”
Belli ki davet ve hediyeleşme anlayışı değişiyor ve daha da değişecek.
Ama bu işi hak hukuk işi değil de gönül ve gönüllülük işi olarak görenler de var ve olacak. Bizce de doğrusu bu.
İşte size eski görgüsünde direnen bir dostumuzun düğün davetiyesi:
Değerli dostlarım,
Bu uzun davetiyemiz kıymetlidir. Kıymetini biliniz.
Bugüne kadar çok düğüne doğrudan veya dolaylı davet edildik.
“Hay Allah, nereden çıktı bu davet” demediğimiz gibi “Ne işimiz var bizim orada” da demedik. “Meşru cemiyettir, iştirak sünnettir” dedik. Gitmek nasip olduysa gittik.
Giderken az çok hediye götürebildiğimiz de oldu, “gitmemiz bile hediyedir, gidelim o da bize yeter” dediğimiz de…
Hediye veremediklerimizin düğün yemeğini “ikram niyetine” yediğimiz de oldu, hediyesini gönderdiğimiz ama yemeğinden, şifasından ve belki duasından mahrum kaldığımız dostlarımız da oldu…
Sizleri otuz sene önce kendi düğünümüze davet edip etmediğimizi, gelip gelmediğinizi bilemiyoruz. Liste tutmadık, anı da ânı da hıfzetmedik.
Büyük kız çocuklarımızın düğününe sizi de davet ettiğimizi sanıyoruz ama tam bilemiyoruz. Belki de etmemişizdir. O davetlerimizin de bir listesi elimizde yok.
O düğünlerimize gelip gelemediğinizi de geldiyseniz hediye verip vermediğinizi ve ne verdiğinizi de bilemiyoruz. Kaydetmemiştik.
Bizim size önceden verdiğimiz bir hediye varsa sizin önceki düğünlerimizdeki hediyenizin ona denk olup olmadığını da bilemiyoruz. Zira böyle bir denkliğin hesabı da kolay değil.
Şimdi oğlumuz evleniyor. DAVETLİSİNİZ. Gelirseniz, ortak dostlarımızla buluşursanız ve yemek ikramımızı kabul ederseniz, şeref verirsiniz, mutlu oluruz.
GELMENİZ EN BÜYÜK HEDİYEDİR.
Bazılarınız dünürümüzü de tanıyorsunuz. Ola ki getirirseniz hediyeyi geline mi damada mı vereceğiniz de önemli değil. Kayıt da tutmayacağız.
Zira biz çocuklarımızı “ileride boşanabilirler, hazır olalım” diyerek ve temkinle evlendirmiyoruz. Onlara mekin olmayı tavsiye etmekle yetiniyoruz.
Bir de şu var: Düğünümüze gelemeseniz de -çok zahmetli olmayacaksa- cenazemize bekleriz. Zira biz elliyi geçtik.
En kıymetli hediyeniz “fatiha”nız olacaktır. Getiriniz ya da gönderiniz.
Hem de ola ki siz önden giderseniz sizin cenazenizde “fatiha” okumak bizim için mühim bir kardeşlik borcudur. Uzaktan havale ile de olsa ödeyeceğiz. Söz.
Asıl düğünde buluşmak ümidiyle…