Bu hafta sonu da Ayaş-Oltan’daki Asyayla Sosyal Tesislerinde idik. İşinin ehli muhterem dostlarla okumalar yaptık. Aldığımız notlardan birini paylaşalım.
Cuma hutbesinin Türkçe olarak okunması uygulaması, adı Cumhuriyet olan dönemde –haşa- “ulus yaratmak” iddiasında olan devletlûların geliştirdiği bir proje.
İlk çıkış noktası bir zaruret gibi görünüyordu. Savaştan çıkmış bir ülkede halkı bir arada tutmak için uygulanacak siyasî projelere hutbelerin de “alet” edilmesi “faydalı” idi! O günkü büyük hocaların o günkü devlet erkânına bu hususta fetva vermesinin sebebi de bu idi.
Ancak çok geçmeden Türkçe hutbe uygulaması başka bir maksada hizmet eder hale geldi: Devlet eliyle ve devletin resmî dinine uygun tek tip adam yetiştirmek için okul yetmiyordu, çünkü herkes okula gitmiyordu. Camiye gidenlere yön verebilmek için hutbeler “kullanıldı” ve hutbe minberi reform perdesi altında dini tahrip eden reformcu dine dayalı siyasete “alet edildi”.
Bu yanlış ve dinin özüne aykırı uygulama maalesef sonraki yıllarda terk edilmedi, aksine geleneğe dönüştü.
O kadar ki İmam-Hatiplerde, ilahiyatlarda ve dindar camiada böyle bir gündem yok denecek seviyede.
Türkçe hutbe yanlışı sadece Risale-i Nur Külliyatını okuyanların gündeminde var.
Zira Bediüzzaman özetle, Cuma namazının farzlarından olan hutbenin ancak Arapça olarak ve ancak dinî telkin ve nasihat niteliğinde kalbe hitap eden bir ibadet biçimi olduğunu ifade ediyor. Cemaatin aklına hitap eden ve sosyal-siyasî hayata yön vermeyi hedefleyen bir hutbenin amaca aykırı olduğunu söylüyor. En önemli risk ise hutbe denilen uhrevî ibadetin, özünde dünyevî bir iş olan olan siyasete alet edilmesi.
Risale okuyucuların bir kısmının bu konuyu ülkenin gündemine taşımaya –zamanı değil gibi gerekçelerle- isteği yok. İsteği olanların ise (Yeni Asya gibi) buna tek başına gücü yetmiyor.
Ancak yakın dönemde yaşananlar konuyu eski günlere nazaran daha önemli ve acil hale getirdi.
Şöyle ki: Son iki yıldır yaşanan tartışmaların önemli iki sonucu var.
Bir yandan Tayyip Erdoğan’ın çağrısına uyan veya tehditlerden korkan bir kısım insanlar bir cemaatten ve hatta cemaatlerin tamamından uzaklaştı. Öbür yandan da camilerdeki siyasî muhtevalı hutbelerden rahatsız olanlar ya Cuma namazlarına gitmez (veya gidemez) oldular ya da siyasetsiz hutbe okunan cami aramaya başladılar.
Hatta bir dostumuzun dediğine göre sırf “hutbe dinlemek zorunda kalmamak” için camide Cuma namazı yerine ve fakat Cuma niyetiyle Cuma gününün sabah namazını kılmaya başlayanlar var.
Bir örnek de şudur: Ankara Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı kampüsünün kenarında yeni bir cami var.
Caminin adı Millet Camii. Ama adını “Millet” koyunca cami “Milletin Camisi” olmuyor. Tahmin edilebileceği gibi, Ankara’da birçok kişi, bu camiye, “siyasî sebeplerle”, gitmemeyi tercih ediyor.
Menderes’in yaptırdığı camilere ona siyaseten muhalif olan mü’minlerin gidip gitmediğini bilemiyoruz. Ama bu gün durum böyle.
İşte bu yüzden, birlikte okuduğumuz dostlar diyor ki: Geliniz bir kampanya açalım. Vaazda ve bilhassa hutbede siyaset yapmaya yasak koyalım. Cuma hutbesini Arapçaya ve Cuma’yı da aslına döndürelim.
Milleti Camisine gerçekten çağırmanın yolu budur.