Cuma hutbesinin farz olduğunu ve Arapça okunması gerektiğini, Türkçe hutbe okumanın bir bid’at olduğunu, icat edenlerin derdinin ise “siyaseti camiye sokmak ve caminin kudretinden siyasetinde yararlanmak” olduğunu bilenlerdeniz.
Her Cuma namazında, hutbeye Arapça başlandıktan sonra devamında hatip tarafından Türkçe olarak okunanları da “farz olan hutbe” olarak değil “sünnet olan, ama yanlış saatte ve yanlış makamdan yapılan vaaz ve nasihat” olarak dinleyenlerdeniz. Bilhassa siyasete de temas eden bu “Türkçe hutbe”lerden işimize yarayanı alır, kalanı kulak ardı ederiz. (Bazılarını da ilgilileri ikaz niyetiyle ve haklı olarak yazımıza konu ettik ve gerekirse yine ederiz.).
Bir şeyi fark ediyoruz. Son zamanlarda hutbelerde siyaset azaldı. Aksine gerçek anlamda dinî nasihat ve bütünleştirici mesajlar öne çıkmaya başladı. Kulaklarımızı test ettik. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın web sayfasından son dört ayın hutbelerini taradık ve tesbitimizin doğru olduğunu teyit ettik.
Bu olumlu gelişmenin Başkan Prof. Dr. Ali Erbaş’ın şahsı ve ekibi ile de elbette ilgisi vardır. Ama umuyor ve diliyoruz ki bu iyileşme Diyanet açısından kurumsal bir değişime ve daha da önemlisi devlet ve iktidar açısından olumlu tesir yapacak bir dönüşüme kapı açıyor olsun.
Önce bazı seçme örnekleri verelim:
***
Kur’ân ve sünnet ayrılmaz bir bütündür. Dinimizin esasını teşkil eden Kur’ân’ı, Peygamberimizin (asm) sünnetinden ayrı düşünmek imkânsızdır. Kur’ân ile sünnet arasına mesafe koymak, “Kur’ân bize yeter” diyerek sünnetin dindeki yerini hafife almak, Peygamberimizden (asm) bize ulaşan sahih bilgi hakkında şüphe uyandırmak, iyi niyetten uzak büyük bir vebaldir.
***
Merhamet, kalp inceliği ve gönül yumuşaklığıdır… Allah Teâlâ’nın Rahman isminin tecellisi olan merhamet, varlığın ilâhî mayasıdır. Maddî ve manevî hastalıkların en etkili ilâcı, yürekleri işgal eden türlü sıkıntıların çaresi merhamette saklıdır. Sevgili Peygamberimiz (asm)… Kimseyi incitmemiştir. Cezalandırırken bile insafı ve adaleti elden bırakmayarak asla zulmetmemiştir. Mü’minlerin de birbirlerine sevgi, şefkat ve merhametle muamele etmelerini tavsiye etmiştir.
***
Milâdî yeni bir yıla girerken kendimize soralım: … Gönlümüzde merhamet, adalet, tevazu ve hikmete mi yer verdik? Yoksa kibir, riya, cimrilik ve haset hastalığına yenik mi düştük?
***
Mü’min, Allah yolunda sevdiği şeylerden infak ettiğinde gerçek anlamda iyiliğe ulaşacağının bilincindedir. O, iyiliğe dâvet ederek ve iyilikleri çoğaltarak kötülükle mücadele eder.
Cenâb-ı Hakk’ın şu emrini hayat düsturu olarak okur: “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü iyilikle önle. O zaman göreceksin ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sımsıcak bir dost oluvermiş!”
***
İyiliğin, ıslâhın, vicdanın, adaletin ve şefkatin izinden gidelim. Kötülüğün, ifsadın, zulmün, fitnenin ve şiddetin karşısında duralım. Dünyayı iyilik değiştirecek, geleceğimizi iyilik kurtaracaktır.
***
İman, Hz. Eyyûb’un çilehanesinde dermandır. Hz. Dâvûd’un mahkemesinde adalettir. Hz. Süleyman’ın mülkünde ilim ve hikmettir. Bazen darlıkla bazen de varlıkla imtihan edilen kul, bu imtihanları başarıyla geçebilecek kabiliyete sahip olduğunu unutmamalıdır.
Çünkü Allah, kişiyi ancak gücünün yettiğiyle yükümlü kılar. Her zorluğun yanında mutlaka bir kolaylık ihsan eder.
***
Ve bu örneklerin de yardımıyla TBMM’ye soralım: Özerk bir Diyanet istiyoruz.
Ne zaman gelecek?
Bir de Sayın Başkana şunu soralım: Bu hutbeleri dinleyen hâkim savcıların ve bürokratların yanlışa dur diyebilmeleri için onları daha net ifadelerle ikaz etmek gerekmiyor mu?