Bilhassa 15 Temmuz sonrasında yapılan adaletsiz uygulamalar hakkındaki yazılarımızın bazı kişiler tarafından tam ve doğru anlaşılabilmesi için yeniden bir özet yazalım:
Demokrasiye tarafız. İktidarların demokratik usulle el değiştirmesini isteyenlerdeniz. Bütün ihtilallere, darbelere, cunta hareketlerine karşıyız.
15 Temmuz melun kalkışmasının görünen yüzünü hep beraber ve basının verdiği kadarıyla biliyoruz. Gerçek yüzünü öğrenebilecek miyiz, bilmiyoruz.
Olayın görünen yüzündekileri de gerçek sahiplerini de –her kimler iseler- lanetledik ve lanetliyoruz.
15 Temmuz mağduru şehit ve gazilerimizin kanlarının/âhlarının yerde kalmamasını diliyoruz. Suçlular cezasız kalmamalı ki başkaları teşebbüs etmeye niyetlenmesin. Ayrıca bütün darbe teşebbüslerinde asıl mağdurun millet olduğuna inanıyoruz.
15 Temmuzu planlayanlar ve -darbe yapıldığının farkında olarak- 15 Temmuzu icra edenler suçludur. Darbe planından önceden haberdar edilmiş olup o gece ellerini ovuşturarak bekleyenler de suçludur.
Darbe işinden bağımsız olarak, iktidarı devirebilmek amacıyla çeşitli siyasi amaçlı suçlar işlemiş olanlardan söz ediliyor. Elbette bu suçlular da cezasız kalmamalı.
Cemaat olarak bilinen yapının içinde bir yerlerde konuşlanmış ve -elbette kimi devlet yöneticilerinin de etkisi ve katkısıyla- devlet içinde bir tür “paralel devlet” gibi teşkilâtlanmış olduğu düşünülen gizli örgütün yönetici ve mensuplarının da cezalandırılması gerektiği açık.
Hem bütün bu olup bitenlerden devletin de cemaatlerin de doğru ders alması gerektiği de belli.
Ancak,
Bazı insanların, sırf dindar oldukları için, “fırsat bu fırsat” denilerek ve üstelik ideolojik intikam duygularıyla yargının önüne atılmasına karşıyız.
Başka cemaatlere ve o cemaatlere mensup dindarlara kasten ya da bilmeden yapıştırılan yanlış isnatlarla ve yanlış delillerle terörist muamelesi yapılmasına karşıyız.
Cemaat mensubiyetini gösteren delilleri terör örgütü üyeliğine delil sayarak ceza verilmesinin kanuna ve hukuka aykırı olduğuna inanıyoruz. Zira terör örgütü üyeliği suçu ancak kasten yani bilerek ve isteyerek işlenebilir.
Suçların ve cezaların kanuniliği ilkesi sebebiyle ceza hukukunda içtihatla veya kıyasla yeni suç tipleri oluşturulamaz. Dolayısıyla uygulamada yaşanan ve çok geniş bir kitleye etki eden vahim hatalar bir içtihat ya da yanlış anlama meselesi değildir. Aksine, adalet mekanizmasının -en azından bu konuda- “korku duygusu” ile çalıştığını göstermektedir.
Biz 2009 ve sonrasında Ergenekon davalarındaki toptancı yanlış gidişi görerek hak ve adalet namına ikazlarımızı yazıp söylediğimizde, öcü ailesinden birileri bizi “ETÖ’cü olmak”la itham ediyordu. Şimdi de biz yine adalet diyoruz ama yine öcügillerden birileri bizi “FETÖ’cü olmak”la itham etmeye kalkıyor ve korkutmaya çalışıyor.
Onların sözlerinin hakikatte değeri sıfır. İthamları reddediyoruz, hak namına inandıklarımızı yazıp söyleyeceğiz. Sonuna kadar.