"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“İkinci adamsız tek adam” rejimine doğru…

Ahmet BATTAL
14 Mart 2017, Salı
Anayasa değişikliği ile devlette denge-denetim sürüyor mu, gelişiyor mu, kalkıyor mu?

Bu yazıda yürütme organı açısından bakalım. Ama önce yoruma yardımcı bazı ön bilgiler:

1. Herkes bilir. Banka ATM’sinde, bilgisayarda, telefonda vs. şifre değiştirmek istediğinizde önce eski şifreyi ve sonra da yeni şifrenizi girersiniz. Ama yeni şifreyi iki defa girmeniz istenir. 

Neden? 

Çünkü yazmak “istediğiniz” rakam ile “yazdığınız” rakam farklı olabilir. Hata yapmadığınızı bilgisayarın ve sizin anlamanızın yolu budur. Buna konfirme şifre denir.

2. Amerikan filmlerinden de bilirsiniz. Savaş başlatacak olan Başkan, atom bombasının anahtarını tek başına kullanamaz. Yine halk tarafından seçilmiş olan Başkan Yardımcısının da kendi anahtarını ve şifresini kullanması gerekir. 

Neden? 

Çünkü Başkan cinnet geçiriyor ya da birileri ona cinnet geçirtiyor olabilir! (“İki kaptan gemi batırır” diyen Başbakan Binali Yıldırım’ın bakışıyla söyleyelim: Denetimsiz kalan ve aklı başından giden kaptan gemiyi karaya sürebilir!) Denetim şarttır. 

3. Ticaret yapanlar bilirler. Bir işletmenin patronu, müdürlerine, işletmenin malını mülkünü tek başına satma ya da şirketi tek başına ağır borç altına sokma yetkisi vermez. Müdürün imzasının patronu bağlaması için yardımcılarından birinin de imza atması gerekir. 

Neden?

Patron “ne olur ne olmaz, müdür şeytana uyar da şirketimin malını satıp yemeye kalkarsa yardımcısı onu dizginlesin” diye düşünür. Buna konfirme imzası denir.

Bu üç örneğin de gösterdiği gibi “çift imza” kuralı tarihten süzülüp gelen ortak aklın ürünüdür ve kanunla da teyit edilmiştir. 

Ve üstelik bu örnekler, “bir köyde iki muhtar olmaz” gibi doğru cümlelerin yanlış amaçlarla kullanılamayacağını da gösterir. 

Örnekten konumuza bağlanalım:

Şimdiki sistemde Başbakan kendi alanında tek yetkili mi? 

Hayır. Koskoca Bakanlar Kurulu imza atmadan Başbakan bile istediğini yapamıyor. (Gerçi rivayete göre son yıllarda Bakanlar Kurulu üyelerine önceden imzalatılmış boş kâğıtlar kullanır olmuş ya neyse! Bu dedikodu doğruysa bir yandan bize “ört ki ölem” dedirtir, bir yandan da AKP’nin yönetme kabiliyetini gösterir!)

Cumhurbaşkanı tek yetkili mi? Hayır. O da -az sayıda konu hariç- tek başına imza atıp işlem yapamıyor. 

İkisinin yetkisini birleştirmek bizce mantıklı değil ama diyelim ki bunda da bir mantık olsun. O zaman da şunu sorarız:

Neden o kişiyi “tek adam” yapıyoruz? Neden ABD’dekinden farklı olarak ikinci adamı yani başkan yardımcısını seçme yetkisini halka değil de birinci adamın kendisine bırakıyoruz? Ve böylece, güçlü ABD Cumhuriyeti gibi değil de Orta Asya’daki ya da Orta Doğu’daki “çakma cumhuriyetler” gibi olmaya çalışıyoruz. (Hiç kimse bize şimdi çıkıp da “unutulmuş, ileride bu da düzeltilir” demesin. Bu unutulmuşluğun riskleri yukarıda ve aşağıda sayıldı.)

Bu “tek adamcılık”ın en önemli riski şu: “Denetimsiz tek adam”ı, içeriden veya dışarıdan birileri, daima daha kolay elde eder, yönlendirir ve yönetir. Allah muhafaza.

İşte örnek: 

2003’te Mecliste görüşülen Irak’a asker gönderme tezkeresi Erdoğan’a rağmen TBMM’de takıldı. 

Böyle önemli bir konu Meclise gitmese ve kararı tek adam tek başına verse mi iyidir, Meclise gitse mi? 

Gidecekse çoğunluğunu tek kalemde tek Başkanın seçtiği bir Meclise mi gitse iyidir yoksa sağlam kurgulanmış yeni bir seçim sistemiyle gerçekten halkın seçtiği bir meclise mi gitse iyidir. 

Başkanlık sistemine uygun ve bilhassa ön seçim esasına dayalı yeni bir seçim sistemi kurulmadan, “cumhurbaşkanlığı sistemi” adıyla “tek adamcılık” dayatmanın bir izahı var mı? 

Tek adamcılara göre de yok, bize göre de…

“Şimdi ‘evet’ diyelim, seçim sistemini de sonra değiştiririz” diyenlere biz de “hadi oradan” diyelim!

Bir başka soru da şu: 

Cumhurbaşkanının kendi yardımcılarından birini “başyardımcı” yapma mecburiyetini Anayasa tasarısına koymayı neden unuttuk? 

Yani birden çok başkan yardımcısı olabileceğini kabul eden bir Anayasa tasarısında neden bir “başkan başyardımcısı” müessesesi yok?

Bu, bizce bilinçli unutkanlık. Ve sonuçları da çok vahim. Mesela:

Başkan aniden ölürse yerine geçici süreyle Meclis Başkanı filan geçmeyecek. Yardımcılarından biri geçecek. Ama hangisi geçecek? Belli değil. 

Yardımcılar arasında “başkanlık yetkilerini sen değil ben kullanacağım” diyerek kavga çıkarsa ne olacak? Meclisin, Anayasayı değiştirmedikçe konuya müdahale şansı olmayacak. Yani kavga var ama hakem yok. Çözüm de yok!

Bu tam bir unutmaca. Adeta devletin tepesinde kavga ve ülkede de kaos çıksın diye yapılan bir unutmaca. 

Kimse bize, “şimdi ‘evet’ diyelim, ileride bu da düzelir” numarası yapmasın! Yemeyiz.

***

Bir web sayfasında, kendisinin adına “meşveret” diyen bir grubun Risalelerden de alıntı yaparak “evet” deme kararını duyurduğunu okuduk. 

Kararı kimler almış bilemiyoruz. Ama kararın gerekçesini yazanlar, Bediüzzaman’ın siyaseti din gibi görmediğini unutmuşlar. Düşman ve dost gibi tehlikeli bölücü kavramları kendi siyasi tercihlerine “bal gibi” yedirmişler. 

Daha da önemlisi Bediüzzaman’ın Birinci Dünya Savaşında “düşman ve biz” ayrımında söylediği “Bence yol ikidir: Mizanın (terazinin) iki kefesi gibi; birinin hiffeti (hafifleşmesi) diğerinin sıkletine (ağır basması) geçer. Ben tokadımı Antranik (Ermeni Çete komutanı) ile beraber Enver’e (Enver Paşaya), Venizelos (düşman ülke başbakanı) ile beraber Said Halim’e (Başbakan’a) vurmam. Nazarımda, vuran da sefildir” sözünü “evet” demenin gerekçesi yapacak kadar kızışmışlar. 

Ne diyelim, Allah basiret versin. Hakperest olanlarına 26.12.2015 tarihli “Vatanseverlik Kalıpları” başlıklı yazımızı tavsiye etmekle yetiniyoruz. Linki: http://www.yeniasya.com.tr/ahmet-battal/vatanseverlik-kaliplari_376100

***

TBMM Darbe Komisyonu Başkanı Reşat Petek şöyle demiş: “Darbenin siyasi ayağıyla ilgili yapılan incelemelerde iktidardan ve muhalefetten bir isim tespit edilmiş değil.” 

Bunun açık okunuşu bizce şudur: 

“FETÖ’cü olmak” isnadı siyasilerin tepesinde Demoklesin kılıcı gibi durmaya devam edecek. 

Böylece bir yandan bilhassa darbe ve “FETÖ” davalarında adalet isteyebilecek yerel siyasetçiler bu işten uzak tutulmaya ve “elleri böğründe kıpkırmızı yüzle beklemeye” devam edecek. Diğer taraftan da muhalefetleri iktidara çok zarar verecek olan eski AK partili tanınmış muhaliflerin suskunluğunun sürdürülmesi sağlanacak! 

Ne zamana kadar? 

En azından 16 Nisan’a kadar! 

Sonra ne olur dersiniz?

Size bağlı ey AK Partili dostlar… Ne de olsa en az bir milyon kişiyi etkileyen “FETÖ” yangını en çok sizin yüzünüzü kızartıyor. Sokağa da o yüzden çıkamıyorsunuz!

Okunma Sayısı: 4170
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Osman Yıldırım

    14.3.2017 17:39:59

    Hayret ki ne hayret! Vatan, millet, din, iman için evet diyenler ve risaleden getidikleri delillerinde hiç birilgi ve alakası olmadığı halde bunu nasil savunuyorlar anlamak mumkun değil.üstelik bu karar vicdanlarının sesiymis bu nasil Bir vicdan ki 100 binlerce memuru çoğunun hiç bir gunahi yokken işinden olmasına sebep olan bir şahsa bu derece tahabbup etmek ve "hiç bir gunahkar baskasinin gunahini yüklemeniz" mealindeki ayetle nasil bagdastiriyorlar anlamak zor ve bu vicdan nasil bir vicdandir? Allah basiret versin. Siyasi tarafgirlik hakikatleri nasil tersyüz ediyor. Üstelik bu adamlardanda suçsuz yere mağdur olanlar bulunduğu halde.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı