Önceki gün Ermenistan Azerbaycan hadisesi ile ilgili ilginç bir olay yaşandı.
İktidarın akıl hocası sayılan bir gazetenin genel yayın yönetmeni twitter’da kendi çevresini ve izleyicilerini de kısmen şaşırtan şu “fikir”leri yazdı:
“Azerbaycan yalnız değil. Ermenistan aslında Türkiye’ye saldırıyor. O zaman bizim de bir cevabımız olacak!”
Azerbaycan’ın yalnız olmadığı ve olmaması gerektiği açık. Ermenistan’ın aslında Türkiye’ye saldırdığı da açık. Ama Ermenistan saldırıyorsa aslında saldırtılıyordur. Arkasında kimlerin olduğu da her halde gizli değildir.
Bizim de bir cevabımızın olması gerektiği de açık. Ama planlama uluslar arası hukuka ve evrensel vicdana uygun olmalı ve işin arkasında kimlerin olduğu da hesaba katılmalı.
O akıl hocasının “cevap” teklifi ise şu:
“Erivan’ın tam merkezine yanlışlıkla bir füze düşmeli!”
“Misilleme” uluslar arası hukukun önemli müeyyide türlerinden biridir. Ama misilleme “yapılanı misliyle yapmak” demektir.
İki ülkenin cephe kapışmasında ya da savaşında hele üçüncü bir ülkenin devreye girip taraflardan birinin başşehrindeki sivilleri bom- balaması bir “misilleme” değil olsa olsa bir “kan dâvâsı sürdürme ve büyütme” aracıdır.
Çağımızın savaşları zaten askerlerden ziyade masumları vuruyor. Ve bunu aklı başında vicdanı yerinde herkes zaten biliyor ve kınıyor.
Doğrudan masumları hedef alan bir saldırıyı ne ile izah edeceksiniz?
Yanlışlıkla!
Bu tür “yanlışlık”ların nelere mal olduğunu anlayabilmek için yakın zamanda Suriye sınırımızda ihlâl yapan Rus uçağını düşürmekten kaynaklanan sıkıntıları ve çark etme biçimimizi hatırlamak yeter.
Bu kışkırtıcı tweet’in ve arka planındaki çarpık bakış açısının iktidarı etkilemediğini ya da etkilemeyeceğini söylemek maalesef mümkün değil. Zira herkes biliyor ki bilhassa dört senedir planlamadan ve kurmay aklından mahrum bir yönetim planına geçildi.
Bu örnek iktidarın nasıl bir akıl hocaları grubu tarafından yönlendirildiğini gösteren güzel bir örnek. Ve korkmak için çok iyi bir sebeptir.
Bu tweet’in Türkiye’de ciddî bir alıcı/destekçi kitlesinin varlığı ise bizim kendi sosyolojimize ve “Millet” oluş biçimimize dair çok önemli bir problemimizdir.
Savaş başlatmak ya da sürdürmek için empatiye ihtiyaç yok. Ama barışı istemek ve elde etmenin birinci şartı empati yapmaktır.
Bir arkadaşımız anlatıyor:
“Bir Avrupa seyahatimizde bir mekânda bir şeyler içiyorduk. Yanımızdaki masada oturan ailenin sevimli ve sempatik bebeği bizim masa ile o masanın arasını ısıtmıştı. Birkaç kelime edilip de karşı tarafın ‘Yunan dölü!’ olduğunu öğrendiğimizde hepimizin içinde bir şeyler kımıldamıştı ve o aileye ve hatta o bebeğe karşı bile tavrımız birden değişmişti. Az sonra kendimi sorguladım ve ne kadar yanlış yaptığımı hemen anladım. Ama bu empatik duygumu kendi masa arkadaşlarıma zor anlattım!”
Suçlunun günahını masuma teşmil etmek alçakça bir zulümdür.
Üstelik “komşuluk dostluğun komşusudur”.