Son yazımızda çocuk haklarını abartıp çocuğu terbiyeden mahrum bırakan ve ailenin de cemiyetin de başına belâ eden Batı’nın yolundan gitmemek gerektiğini yazdık.
Bazıları haklı olarak sordular: İslâm’ın bir insan hakları teorisi var mıdır ve prensipleri nelerdir?
Evet, elbette vardır. Ciltler dolusu kitaplara konu olmuştur. Okuyup anlayabilene…
İslâm, insanı eşref-i mahlûkât olarak tarif eder, yani varlıkların hepsi şereflidir; insan en şereflisidir.
İslâm insana, arzın halifesi olma, yani Allah’ın huzurunda dünyayı temsil etme görevini yükler.
İslâm insanı inançlarına göre ayırır mı?
Elbette... Her din gibi...
İslâm’ın “imanî yönünden insan tasnifi” nasıldır?
Allah’a inanan, imanının kuvveti nisbetinde kıymet kazanır. Kâinatı doğru anlamlandırmış ve üzerinde yaşadığı dünyayı doğru kullanmış olur, “en şerefli” olmayı fiilen de hak etmiş olur. Onun değeri, inancının kaynağının ve dayanağının büyüklüğü kadardır.
Allah’a iman mü’minin içini aydınlatır, güzelliklerini gösterir ve böylece o Allah’ın san’atlı ve antika bir eseri olmakla değer kazanır.
Henüz inanmayan da inanmaya hazır olduğu için ve hazır olduğu sürece kıymetli olmaya adaydır. Zira o da potansiyel iyilikleri bünyesinde taşır.
İnanmayan ve inanmama kararının kesin olduğunu bildiren kâfir insan da elbette değerlidir ve hakları vardır.
Ama inançsızın değeri kendi kendisine verdiği değer kadardır. Kalbinde iman bulunmadığından tabiri caizse patlak ampulün hurdacılar çarşısındaki değeri kadar değerlidir.
Elbette bu da bir kıymettir ve değeri korunmalıdır. En azından dünyada ve en azından ona değer verenler nazarında değerlidir.
İnsan hakları yönünden devletin görevine gelince;
Devletin vazifesi yukarıda açıklanan değerlerin ikisine de hürmet ve hizmet etmektir. Yani antikanın antika değerini de antikanın hurda değerini de korumak bu günkü anlayışta devletin aslî görevidir.
İnananın imanını muhafaza etmesine hizmet etmek devletin vazifesidir. Bunu ancak inanç ve ibadet hürriyeti ile temin edebilir.
İnanmayanın sahip olduğu “hurda değeri”ni muhafaza etmesine yardımcı olmak da devletin vazifesidir. Zira o da bir değerdir. Onun da bir alıcısı bulunur.
Devletin asıl vazifesi ise inancı sebebiyle antika eser değerine yükselen insanların diğer insanları da değerli hale getirmek için gayret etmelerinin ve örneklik vazifesini hakkıyla yapmalarının önünü açmaktır. Devlet gölge etmesin, başka ihsan istemez.
“Ben inanmıyorum” diyene, zorla “inanacaksın bu bir emirdir!” demek, insan haklarına sığmaz. Devletin vazifeleri arasında da böyle bir görev olamaz.
İslâm’ın İnsan Hakları teorisi hakkında ayrıntılı bilgi isteyen de bir insana gerçekten değer vermek isteyen de Risale-i Nur Külliyatından Sözler’deki Yirmi Üçüncü Söz’ü okusa ve anlasa yeter.