Zulüm bir kötülüktür.
Zalim zulmederken kötüdür.
Mazlum zulme uğradığında ona destek olmak iyidir.
Peki, ama nasıl?
Birinci tercih ve birinci basamak:
Zalimin zulmü nevinden bir kötülük gören onu eliyle düzeltmeye çalışmalıdır.
Günümüzde sivil şahısların kötülüğü engelleme yetkisi “yoldaki taşı kaldırmak” gibi eylemlerle sınırlıdır.
Zira bugün “el”den kasıt öncelikle devlet kuvvetidir. Kötülüğü kuvvet kullanarak engellemek hususunda görev kamu otoritesine ve resmi memurlara aittir.
Yani sivil ya da resmi kişiler, hukuk ya da kanun veya daha genel ifadeyle kurulu düzen görev veriyorsa ya da en azından izin veriyorsa kötülüğü engellemek için fiilen harekete geçmelidir.
İkinci tercih ve basamak:
Kötülüğü engellemeye eli yetmeyen buna en azından diliyle çalışmalıdır.
Yani zalimin zulmünü engelleme işini bizzat kendisi yapamayacaksa öncelikle yetkilileri göreve çağırmalıdır.
Ayrıca iyiler, kötülüğü ve zulmü yapanı bundan vazgeçirmek için nasihatten de geri durmamalıdır. Zira nasihat de bir görevdir. Ve “bunun nasihate kabiliyeti kalmadı” diyerek pes etmek, geleceğe yönelik bir tür kehanettir, yasaktır.
Üçüncü tercih ve basamak:
Bir zulmün varlığını gören bir kişinin buna karşı hiçbir şey yapmaya gücü yetmiyorsa, en azından kendi kendine “bu kötülüktür” diyerek bu kötülüğe karşı kalbinde bir kin ve buğz beslemesi gerekir.
Bu pasif tutum, ileride şartlar geliştiğinde mümkün hale gelecek olan ilk iki basamaktaki aktif tutuma zihnen kapı açar, zemin hazırlar.
Buraya kadar tamam. Şimdi başka bir soru:
Mazluma zulmetmek haksızlıktır. Doğru.
Peki, ama “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” denilmiştir.
Bu durumda yukarıdaki üçüncü tercih seviyesinde ve üçüncü basamakta kalan da bir tür “dilsiz şeytan” olmuş olmuyor mu?
Soru zor. Cevabı bizce şimdilik şöyle:
Haksızlık karşısında gereğini yapabilecekken konuşmakla yetinen, haksızlığa ortak olmuş olur.
Konuşabilecekken susan ve kalbinden buğz etmekle yetinen ise dilsiz şeytan haline gelebilir.
Ne dersiniz?