"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kalkınma burada, adalet nerede?

Ahmet BATTAL
01 Temmuz 2017, Cumartesi
Bundan on altı sene önce Ankara’da birileri, “madem siyaset yapıyoruz ve madem yol ayrımındayız, yeni bir parti kurmamız lâzım” dediler.

Kurdular. Yeni müessese kuran herkes gibi onlar da heyecanlılardı.

Adını koyarken “Türkiye’ye adalet ve kalkınma lazım, bizim partimizin adında da bu iki hedef bulunsun” dediler.

Çevrelerinde yerleşik durumda olan başka birilerinin de desteğini alarak partilerini teşkilâtlandırdılar, büyüttüler.

Seçim zamanı geldi. Batıdan gelen rüzgârı yakaladılar. Yelkenlerini şişirdiler. 2002’de seçimlerde birinci parti ve iktidar oldular. (Meclisteki partilerin çoğu dışarıda kalmıştı. Meclis aritmetiği ciddî biçimde değişmişti. Avantajlarını tepe tepe kullandılar.).

Adalette ve kalkınmada hamleler yapıyorlardı.

Bu hamlelerden en ilginç olanı adaletin kalkındırılması (!) idi. Adliye binaları ve duruşma salonları yenilendi. Ülkemizin adalet sarayları çoğaldı. (Adliye önlerine/içlerine “adı themis” ama “manası pis” heykeller kondurma merakı sürüyordu. Bunların ihale alanların kalkınmasına katkısı vardı belki, ama adalete hiç mi hiç katkısı olmuyordu.).

Adalet hizmetinin şeklî boyutu açısından Adliye Vekâletinin Adalet Bakanlığına dönüşmesinden bu yana en ciddî değişim yaşandı. (Bir kabinede adliyenin hizmetlerine bakan bir Adliye Bakanının olması ile Adalet konusunda neredeyse tek yetkili bir Adalet Bakanının olması arasındaki fark meselesi ayrıca üzerinde durulması gereken bir konudur ya. Neyse. Geçelim.).

Kalkınmada kısmen güzel şeyler oldu. Gerçi istendiği gibi bir fabrikalaşma ve ağır sanayi olmadı. Ama üretime dolaylı katkısı olan yatırımlarda; ulaşım, iletişim ve bilhassa sağlık alanında, nisbeten geliştik ve kalkındık. (Yatırımların isabeti ve maliyeti gibi konular uzmanlık ve ilgi alanımızda değil. Girmiyoruz.).

Buna karşılık adaletin dağıtılması ve hukukun korunması alanında adım attıkça “bir ileri iki geri” gittik.

Devletlûlerimiz çivi çiviyi söker sandılar. Meğer çiviler kütüğü bölermiş. AKP iktidarı, eski Adalet Bakanları Mehmet Moğultay’ın ve Seyfi Oktay’ın adliyeye çaktığı siyasî çivileri daha kalın yeni siyasî çivilerle çıkarmaya çalıştı. Her seferinde daha kalın çiviler çakıldı devletin ve mülkün temeline. Sonuçta adalet ortadan yarıldı, kurtlu gövde göründü.

Adında adalet olan ve bilhassa bu ismiyle dindarların hayallerini süsleyen partinin iktidarında, hapishaneler, günde bir hatim indiren dindar “eski hâkim”lerle doldu. (Ya da bir eski AKP’linin ironik ifadesiyle “devr-i iktidarımızda sanıklar bile dindarlaştı, işte size hayırlı icraat!”

Korku ve sindirilmişlik duygusu toplumun dindar ekseriyetinin neredeyse karakteri haline geldi.

Muhalefet edenler için bütün siyasî hürriyetler askıda ve hak arama mekanizmalarının çoğu “off” durumunda.

AKP’yi kuranlar, oy isteyenler ve oy verenlerin büyük ekseriyeti bu tabloyu net biçimde görüyor. Dopingli haberlerle şaşkına dönmüş “propaganda manyakları” bile olayın az da olsa farkında, ama onların üzerindeki ipnoz sürüyor.

Biz ise bu iki grubu ve diğerlerini görüyoruz. Bu girdaptan nasıl çıkılacağını herkes birbirine soruyor.

Cevap belli:

Bir an önce, hukuka dönerek. Adaleti “herkes için” istemeye başlayarak. Anayasaları da aşan insan hakları metinlerinin temel değer yargılarına sarılarak.

Yılana sarıla sarıla ne hale geldiğimiz ortada!

Okunma Sayısı: 3268
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Mustafa BITER

    1.7.2017 18:35:45

    Hocam hangi kalkınma diye soruyorum ama olmadığı için hangi adalet diye sormuyorum.15 yıldır Türkiye kalkınıyor. Da biz niye görmüyoruz.Şu an açlık sınırının altında emekli maaşına , asgari ücrete mahkum edilen on milyonlarca insanın yaşadığı ülkede bu nasıl bir kalkınma ? Rüzgar eserse kışın soğuğu , yazın serinliği hissedersiniz.Peki bu kalkınma ne menem bir şey ki biz bir türlü hissetmiyoruz...

  • Özcan ERKİŞ

    1.7.2017 12:26:25

    (..) Ümitsiz değilim.Fakat Siyasal İslamcı iktidarın menfi ve menfaatçi siyaseti, söylem ve eylemi ile kısa vadede huzur, adalet ve kalkınmanın geleceğine pek ihtimal vermiyorum. Hatırlarsanız şimdiki iktidar partili CB.16 Nisan'da "hayır" oyu verecek vatandaşları "PKK da hayır diyor!" diyerek "terörist" olmakla suçluyordu. Şimdi de adalet için yürüyenleri "Gittiğiniz yol Kandil yoludur!" diyerek aynı şekilde meşru ve müspet dairede hareket edenleri "terörist" olmakla suçluyor. Ardından "Rüzgar eken fırtına biçer!" diyerek (Yeni Asya,1.7) bir de tehdit ediyor. Peki Türkiye'de 16 Nisan Referandumundan sonra değişen ne oldu? Vahim gidişatın çaresi; şahsı manevi, topluluklar halinde, STK, Üniversite, İş Dünyası, Dürüst Medya velhasıl toplumun her kesimi, toptan millet ve memleket hesabına adalet, hürriyet, hukuk ve demokrasiye, müspet hareketle meşru dairede sahip çıkmaktır. Kendi hukukunu bilmeyen ve sahip çıkmayan bir millet, bugün olduğu gibi başındaki başları da "müstebit" yapar.

  • Özcan ERKİŞ

    1.7.2017 11:48:10

    (4) Bu toplumsal "girdap"dan tek çıkış yolu, ifade ettiğiniz gibi, yeniden hakiki mana ve uygulamasıyla adaletin, hürriyetin, hukukun, istişare denen ortak aklın ve Milletin Meclisinin şahsı manevisine istinat eden tam ve ileri, çoğulcu ve katılımcı demokratik hukuk devletinin tesisidir. Bir de milletin bir an evvel hipnoz halinden kurtulması, kendi hukuk, adalet ve hürriyetine sahip çıkacak dirayeti göstermesidir. Aldandığımız yeter! Şahsa istinat eden sistemin adı istibdat olup, yönetim tarzı da tahakkümdür. Yol iki görünüyor: Ya adalet, hürriyet, hukuk ve demokrasi yahut istibdat ve tahakküm. Biz birinci yolu tercih ediyoruz. Adalet isteyenlerin "terörist" ilan edilmediği, yoluna "gübre" dökülmediği bir demokrasi. Ne "denize düşmek" ne "yıkana sarılmak" istiyoruz. Temel hak ve hürriyetimize sahip olarak, "insan" gibi huzur, mutluluk ve barış içinde birlikte yaşamak istiyoruz. "Korkudan" bunları (adalet,hürriyet, hukuk, demokrasi) bile isteyemez hale geldik. Sanki "lütuf"muş gibi!

  • Özcan ERKİŞ

    1.7.2017 11:29:46

    (3) Şu anda insanlar yollarda "yol" talebiyle yürümüyor. Adalet talebiyle binlerce insan yakıcı sıcak altında yürümektedir. Bu olaya, muhalif bir siyasi partisinin sıradan bir yürüyüşü olarak bakmamak icap eder. Ne ibretlik bir olay ki, adında hem kalkınma hem adalet olan partinin mensupları adalet için yürümek zorunda bırakılan bu insanları "terörist" diye etiketlemekte, fanatik taraftarları da yollarına (bağışlayın) "gübre" dökmekte, yandaş bir eğitim sendikası başkanı da "Maltepe'yi dar ederiz!" diye tehdit etmektedir. O halde sualim şudur: Adalet ve kalkınmanın, Türkiye'de, "huzur ve güven" veren hangi noktasındayız? Bu "gübre" meselesi bana, Yavuz Selim Han'ın Şah İsmail'e gönderdiği hediyelerle birlikte gönderdiği " İsmail! Herkes yediğinden ikram eder eder!" dediği tarihi, nezih ve nezaketli notunu hatırlattı. İşte 15 yıldır ülkeyi yöneten Siyasal İslamcı iktidarın, "dindar" taraftarlarını getirdiği "edeb" noktası!

  • Özcan ERKİŞ

    1.7.2017 11:17:45

    (2) Yine mesela "denize düşen yılana sarılır" deniyorsa da marifet ve maharet "denize düşmemek" yahut "denize düşürmemek"tir. İçtimai/toplumsal hayatımızda şu anda çok yönlü bir tahrip söz konusudur. Faruk Çakır bey bugün, ailedeki "depremi" konu alan yazısında ve Yeni Asya'nın bugün manşetten verdiği "Sosyal Deprem!" haberinde "son 10 yılda boşanma davaları %82 arttı" dediği gibi ciddi anlamda toplumsal bozulma yahut adına ne dersiniz bilmiyorum ama bir çözülme yaşadığımız gerçektir. 15 yıllık tek parti iktidarında elbette iyi şeyler yapılmıştır. Lakin iktidarı "dört dörtlük" yaptığı bir tek iyi şey var mıdır? Olsaydı şu hali yaşar mıydık? Yazınız bile bir sual ile başlıyor: "Kalkınma burada, adalet nerede?" Kalkınmanın bile maddi-manevi iki yüzü vardır. Adalet olmayan yerde ne maddi ne manevi kalkınma olur. Adalet tarafsız ve bağımsız mahkemelerin işi olmakla birlikte ondan ziyade adil, cesur, hür vicdanlı ve etik değerlere bağlı, erdemli yargıçların işi değil midir?

  • Özcan ERKİŞ

    1.7.2017 10:58:15

    Sayın Battal, mütemadiyen yazdığınız tenvir ve toplumsal "hipnoz" halinden uyanmamız için ikaz edici yazılarınız için çok teşekkür ediyorum. Kanaatimce 17-25 Aralık 2013'ten sonra toplum öylesine bir algı operasyonuna maruz kaldı ki, "uyanmasını" zamana vabestedir. Malumdur ki cerrahi bir müdahaleden sonra narkozun etkisinde olan hasta 1-1,5 saat sonra kendine gelebilir. Dün sayın Faruk Çakır beyin yazısı "güven" ve medyada "yalan" temalı idi. Yalanın olduğu yerde güven, hakiki manasıyla güvenin olduğu yerde de yalan olamaz, değil mi? Yalan var fakat güven yok ise yaşadığımız hali nasıl isimlendirmek gerek, okuyucuların iz'an, idrak ve takdirine havale ediyorum. Ve asıl sorulması gereken birinci sual, nasıl bu hale geldik? İkinci sual de , bu halden nasıl kurtulabiliriz? "Çivi çiviyi söker" ise de, söktüğünüz ve yerine çaktığınız "çivinin" ebadı da çok ehemmiyetlidir. Mesela, "cam çivisini" söker yerine koca bir mertek çivisi çakarsanız, tamir değil tahrip yapmış olursunuz, değil mi?

  • Adıl

    1.7.2017 02:58:30

    Tekerleğin dönmesi için bisikletin durmaması adına maalesef adaletsizliğe ihtiyaç var.Yani birşeyin kurtuluşu diğerinin mahkumiyetine bağlı.Yani adaletle dalalet yarışıyor

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı