Cumhurbaşkanının istifasını isteyen sivil muhalif dalgaya karşı diğer bir grup da “Erdoğan’ın yanındayız” sloganı ile cumhurbaşkanını desteklemeye yöneldiler. Bunlar gayet normal şeyler.
Ama rivayete göre twitter’da Erdoğan’ı destekleyenler kervanına ciddiî sayıda vali de katılmış.
Bu valiler, valinin (kaymakamdan da farklı olarak) ilde devleti ve hükümeti temsil etmesini, bile bile yanlış anlamışlar. Hükümeti temsil etmekle hükümet partisini temsil etmek arasındaki fark kaybolmuş. İkisi birbirine karışmış.
Sebebi de belli: Erdoğan’ın bizzat kendisinin, “cumhurbaşkanı statüsü” ile “parti genel başkanı statüsü”nü bile bile birbirine karıştırması.
Yani “balık baştan kokar” durumu var.
O valiler yarın iktidar değiştiğinde yine vali olarak kalmayı hak ediyorlar mı? Bunu isteyecekler mi? Bırakınız vali olmayı, bürokraside başka bir görev almayı istemeleri normal sayılabilecek mi?
Bu soruların cevabı ne olursa olsun sonucu vahim. Zira devlette çürümeye işaret ediyor.
En iyi yönetim modeli elbirliğiyle yönetimdir. Partili demokraside iktidara aday olanlardan bir grubun iktidar olmasına karşılık diğer grubun ya da grupların muhalefet olması normaldir.
Ama iktidar olan taraf kamusal alanla ilgili her konuda tek yetkili mi olmalıdır?
Çoğulculuk ve çoğunlukçuluk olarak da adlandırılan bu iki farklı tutumdan çoğulculuk “kazanan her şeyi alır” kuralını reddetmeyi ve mümkün olduğunca elbirliğiyle ve katılımcı demokrasi modeliyle yönetmeyi gerektirir.
Evet, yönetimde “kazanan her şeyi alır” da bir modeldir. Meselâ ABD’de bazı eyaletlerde “liyakat ilkesi”nin değil “kayırma ilkesi”nin geçerli olduğu söylenir. Yani “yerelde iktidarı elde eden parti ya da grup, memur kadrolarına kendi adamlarını getirme hakkına da sahip olur” denir.
Bir idareye talip olan ve usûlünce elde eden, o idarenin gerektirdiği her şeyi yapabilmeli ve politika uygulayıcısı durumunda olan her kadroya müdahale edebilmelidir. Bizim ülkemizdeki gibi sistemler de buna uygundur.
Ama bunun da sınırları vardır. Yerleşik bürokrasiyi tarumar etmeye izin verilmez ve verilmemelidir.
(Bürokrat, amiri durumundaki siyasetçinin emir ve talimatlarını bilerek savsaklar ya da engel olursa elbette disiplin müeyyideleri işletilmelidir.)
Meselâ iktidar valilerini kendisi seçer. Ama vali kaymakamlarını kendisi seçmez.
Meselâ seçimle ya da atamayla rektör olan kişi rektör yardımcılarını kendisi seçer, ama üniversite bürokrasisini yeniden oluşturmaya kalkamaz.
Şimdilerde birileri, sonunun nereye varacağını düşünmeden, bu kumarbazlığı üniversiteler için dahi yerleşik kural haline getirmeye çalışıyor.
Birçok rektörün, eskiden beri, ama bilhassa son on beş seneden bu yana “dekanlarımı(!) da ben seçerim” dediğini ve buna nihayet 15 Temmuz vesile ya da bahane edilerek çıkarılan bir KHK ile tüm dekanların müstafi sayılması sayesinde muvaffak olduğunu biliyoruz.
Böylece “kazanan her şeyi alır” kumar kuralı bu alanda da geçerli sayılmaya çalışılıyor.
Oysa bu, gelenekler üzerine oturan ve millet tarafından olabildiğince geniş biçimde sahiplenilmesi istenen devlet modelinin yıkılması demek.
Taşları yerinde tutmazsak köprüyü koruyamayız.