Kutuplaştırıcı siyaset şudur: “Ben siyasi rakibimle hasım olabilir ve hasmımla sürekli dargın kalabilirim, yeter ki bu dargınlık ve gerginlik hali beni seçmenlerim nazarında güçlü göstersin ve reylerim sağlam kalsın.”
Bu anlayışın insan fıtratına ve dinlere zıt olduğu açık. Toplumların da başının belası.
Kutuplaştırıcı siyaset, tesirlerini önce partilerin genel merkezlerinde ve Ankara’da göstermeye başlıyor.
Oradan taşraya ve seçmene yayılıyor.
Oradan sosyal hayatın bütün ilişkilerine yayılıyor.
Mesela “ben komşumla da dargın kalabilirim”e dönüşüyor ve komşuluk ilişkilerini bozuyor.
Medyaya yansıyan akıl almaz komşu kavgaları bu zihniyetin ürünü. Çare için, mahallenin, kavgadan uzak durabilen âkil adamlarının devreye girmesi lazım ama onlar da galiba cemiyete küsmüş ve dolayısıyla pek harekete geçmiyorlar.
Muhtar ve ihtiyar heyeti de -hukuken gerekmemesine ve hatta yasak olmasına rağmen- parti siyasetinin ve dolayısıyla kutuplaştırıcı siyasetin bir parçası durumunda.
Dolayısıyla –maalesef- oradan da hayır yok. (Büyükşehir statüsü sebebiyle köyleri mahalleye dönüştürmüş olmanın bu işe olumsuz katkısı da ayrıca düşünülmeli).
Mahalledeki cami görevlileri ve benzeri kişilerin de işi başından aşkın(!) olduğu için Diyanet İşleri Başkanlığının talimatına rağmen, “komşu kavgasını önleme ziyareti yapmak” gibi bir işe ayıracak vakti yok!
Dargınlık sarmalı böylece sürüp gidiyor ve cemiyeti içine çekip yutuyor. Düğünlerde derneklerde kavgalı komşulara ayrı masalar açma işi neredeyse “gelenek” haline geliyor!
Mesela kutuplaştırıcı siyaset ayrıca “ben geniş ailemle dargın kalabilirim”e dönüşüyor ve akrabalık ilişkilerini bozuyor.
Miras davalarının sayıca artması ve süresinin uzaması da bundan kaynaklanan basit ve çok kötü bir sonuç sadece.
Çözüm için sülalenin aksakallılarının devreye girmesi lazım ama onlar da çoğunlukla siyasete meraklı, siyasetten etkileniyor ve artık günlük tıraş oluyor!
Bütün bunların sonucu şu:
Aileler hızla çekirdek aileye doğru dönüyor. Geniş aile tarihe karışıyor. Yani çocuklar fiilen dayısız-teyzesiz, halasız-amcasız ve hatta büyükanne ve büyük babasız kalıyorlar.
Çekirdek aileler anlamsız ve gereksiz boşanmalar sebebiyle hızla tek ebeveynli aile(!)ye doğru dönüşüyor. Yani çocuklar anasız ya da babasız yetişiyor.
O halde sonuç şu: Cemiyetimizde insan kalitesi hızla azalıyor.
Çare nedir?
“Balık baştan kokarmış” sözü aslında çareyi gösteriyor.
Ayrıntıları, samimiyetle çözüm arayacak türden uzmanlık gerektirir.
İlmî usullere uygun olarak konuyu çalışıp sonuçlarını ilan etmek ve çözüm tekliflerine hazır hale getirmek akademisyenlerin işi.
Akademide kutuplaşmanın seviyesinin yüksek olmadığını tahmin ediyoruz. Dolayısıyla bu tür çalışmalara hazırlar. Ama orada da başka manilerin üretime engel olduğu anlaşılıyor. Bilhassa “desinler” diye yapılan işlerin çokluğu yapılan ya da yapılacak olan kaliteli işlerin de doğru muhataplarına ulaşmasına mani oluyor.
Yine de Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK’ün) konuya eğilmesinin ve Üniversiteleri politika oluşturmayı sağlayacak bilimsel üretime yönlendirmesinin faydalı olacağı açık.
Politika üretecek olan kamu kurumları ve bilhassa Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı gibi bakanlıklara da bu sebeple büyük vazife düşüyor.
Biz gördüklerimizi yazıyoruz. Vazifemiz bu kadar.