Meşveretle ilgili son yazımız da hayli değerlendirme aldı. Bu da meşverettir. Bu gün bazı soru ve eleştirileri değerlendirelim.
Ama önce söyleyelim ki bizim bakışımız olabildiğince genel ve mücerret. Esasa ve prensibe dair yazmaya çalışıyoruz.
Oysa bazı okuyucularımız, yazılarımızı, kendi yaşadıklarından yola çıkarak verdiği kendi hususî hükmüne göre değerlendiriyor. Onlar da haklılar. Sadece “makam farkı” var. Dileriz, bunu da nazara alsınlar.
Deniliyor ki “sen meşveret kararlarının tartışılmasına izin veriyorsun. Delilin nedir?”
Delilimiz Bediüzzaman’ın Sözler’in sonunda Lemaat’ta söyledikleri:
“Hakkı bulduktan sonra ehak için ihtilâfı çıkarma. Ey talib-i hakikat! Mâdem hakta ittifak, ehakta ihtilâftır. Bâzan hak, ehaktan ehaktır. Hem de olur hasen, ahsenden ahsen.”
Bu cümlelerin meşveretler açısından mânâsı şu olabilir:
Otuz kişilik meşveretin onaltı reyle karar alması hak ise evet diyenlerin yirmiye ulaşması ehaktır. Yirmi iki kişinin evet demesi hak ise otuz kişinin oybirliğini istemek ehaktır.
Evet, en iyisi, hiç şüphesiz, oybirliğini elde etmektir. Ama bu her zaman mümkün olmaz. Müzakereleri oybirliğini elde edinceye kadar ve ilânihaye sürdüremezsiniz. Bir noktaya geldiğinizde müzakereyi bitirmek ve reyi ortaya çıkarmak şarttır.
Reyler ortaya çıktıktan sonra toplantıyı sürdürüp konuyu yeniden müzakereye açmakta ısrarcı olmak ve “siz bunu yapmazsanız ben de karara uymam” demek ehak için ihtilâf çıkarmak demektir.
Zira burada “oybirliği sağlansın”dan başka “illa benim dediğim olsun” zihniyeti söz konusu olabilir.
Meselâ mahalli seçimde oy kullanmak gibi, bir defada olup bitecek bir gündem konusu için, hele seçim de geçtikten sonra, “şöyle yanlış böyle eksik” diyerek, konuyu yeniden ve yeniden insanların önüne getirmek, “daha iyiyi bulmaya çalışmak” değildir. Görünüşte ehak için çalışmak da dense aslında düpedüz ihtilâf çıkarmaktır.
Buna mukabil sürekli uygulama konusu durumundaki bir meşveret kararı hakkında yeniden müzakere istemek farklı bir husustur.
Meselâ ders usûlü ile ilgili bir meşveret kararı hakkında, kendi zemininde ve kendi muhataplarına, “bu kararla belirlenen usûl yanlış, değiştirmeli ve şu usulü uygulamalıyız” demekte ne mahzur olabilir ki?
O halde özetle;
Bir meşveret heyetinin üyelerinden ya da seçenlerinden bir kişi çıkıp şöyle söylese:
“Kararı alan heyete zaten sözüm yok, karara da hürmetim tam ve bilhassa karara uymaya da ahdettim. Ancak ben bu gün bu konunun tam bir bilgi ile müzakere edilmediğini düşünüyorum. Yani yöntem konusunda eksikler olduğu kanaatindeyim. Hatta karar uygulanmaya başlayınca yanlış ve eksikleri de görülecek. Ben de bu yüzden hak namına konuyu yeniden gündeme getireceğim ve dolayısıyla kararı ve uygulamayı değiştirmeye çalışacağım. Bu benim için hak değil vazifedir.”
Bunda ne mahzur var?