Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Türkçe hutbe ısrarından vazgeçmesi gerektiği açık.
Vazgeçmiyorsa hiç değilse siyasî içerik taşıyan hutbe yaklaşımından vazgeçmesi zarurî. (Ama bu bir tür paradoks. Bunu da biliyoruz. Zira Türkçe hutbe zaten camiyi siyasete alet etmek için icat edilmiş dense yeridir. Neyse.).
Siyaset yerine hutbede ne okunsun, vaazda ne söylensin?
Milletin hangi konuda acil ve mükerrer nasihate ihtiyacının olduğunu bilmek için kâhin olmak gerekmez. Hocalar milletin gözüne kalp gözleriyle baksalar yeter. Diyanet de hocalarla anket yapsa güzel olur.
Biz de mesleğimizle ilgili iki konuyu tavsiye edelim (Bunlardan biri aile hukuku, bir diğeri de miras hukuku alanında):
Ana babaya ve yaşlılara bakmanın hükmünü ve mecburiyetini, hem cami cemaatine ve hem de onların evdeki hanımlarına ve kız çocuklarına öğretmenin bir yolunu bulmak lâzım. “Ana babaya öf bile demeyin” âyetinin önüyle ve sonuyla kalbe yerleştirilmesi çok mühim.
Anne baba ile evlâdı arasındaki ilişkide evlâdın ana babadan hak talep etmeye hakkı olmadığını ve “bana hakkımı vermedin” diyerek evlâdın ana babasına küsmesinin ya da dâvâ açmasının dinen doğru olmadığını, bu konudaki takdir hakkının münhasıran ana babaya ait olduğunu bütün evlâtlara öğretmek lâzım.
Miras meselesine gelince:
Ani ve beklenmedik ölümlerde bile ölüm sonrası miras paylaşımına hazırlıklı yaşamak mümkün. Hele hele yaşlı insanların, vefatlarından sonra mallarının nasıl bölüşülmesi gerektiğini yazıp söylemeleri çok kıymetli.
“Buna ne gerek var, fıkıh ya da hukuk ne diyorsa öyle bölüşülür, yeter” diyenler olabilir.
Ama herkes biliyor ki hemen hemen her ailede, miras dağılımında somut olaya özgü olarak küçük de olsa değişiklik yapmak gerekir. Laik Medeni Hukuk da İslâm Medeni Hukuku da bu değişiklikleri mümkün ve hatta gerekli görüyor.
Meselâ, esnaf bir babanın, işlettiği dükkânda yardımcısı durumunda olan evlâdı ile kendi işine bakan ya da serkeşlik eden diğer evlâdı arasında bir fark görmesi ve gözetmesi elbette gereklidir. Bu babanın bu farkı ve sebebini önceden usûlünce aileye bildirmesi, mümkünse onları razı etmeye çalışması faydalıdır.
Aksi halde vefattan sonra miras tartışmaları ya da atışmaları başlıyor. Ayıp olmasın diye erkenden hakeme ya da mahkemeye gidilmeyince taksimin hakikatte nasıl yapılması gerektiğini bilenler de bildiklerini unutmuş ve hatta ölmüş oluyor. Böylece işler iyice zora giriyor.
Nihayetinde işler bir biçimde kaba taksimle halloluyor. Ama hem kalp kırıklıkları ve hem de suizanlar sürüp gidiyor.
Halbuki o baba yanındaki çocuğunun hissesi hakkında tedbir alsaydı ve kendi malı hakkında vasiyet yazsaydı bu meselelerin hiçbiri olmayacaktı.
Çare vaazlarla, hutbelerle ve diğer yollarla halkı uyandırıp eğitmekte.