Tek başına TEOG’un bir emirle kaldırılması faciası bile gösteriyor ki Türkiye’de millete dayalılık, demokratlık, sivil toplum ve muhalefet ruhu can çekişiyor.
Meclis çalışmıyor. Çalıştırılmıyor. İktidar, kendi içinden çıkan sıkı muhaliflerini susturmak için milletvekili yapıyor desek yeridir.
Devlet, millete ve vekiline (Meclise) danışmıyor. (Kuzey Irak için olağanüstü Meclis toplantısı bile göstermelik. Bunu herkes biliyor.).
Hatta devlet kendi bürokratına ve binlerce danışmanına dahi danışmıyor. Bakanlıkların ve kamu kurumlarının ar-ge birimleri müflis. Araştırma, Planlama ve Koordinasyon (APK) Daireleri zaten mevta.
Hiçbir önemli konu gerçek sivil toplum örgütleriyle konuşulmuyor. Devletin yaptığı hiç bir danışma toplantısında gerçek bir muhalif ses çıkmasına izin verilmiyor. Konuşana damga hazır. “Seni gidi …öcü seni!”
Sadece, kanunla kurulan bazı meslekî örgütler, seçilerek “usûlen” adam yerine konuyor.
İktidar tarafından yönetimi –henüz- kontrol altına alınmış olmayan diğer bütün meslek birlikleri (odalar vd.) ise muktedirlerce adeta kayıt dışı sayılıyor, görmezden geliniyor ve hatta görülecekse de “devlet düşmanı” gibi görülüyor.
Toplumsal muhalefetin merkezleri olması gereken üniversiteler kuyu dibinde, atamalı rektörleri elpençe. Dik durması beklenen vakıf üniversitelerinin rektörleri bile alarmda. YÖK yok olmadı, ama iyi bir tampon olduğu açık.
Dernekleşmenin ve vakıflaşmanın önündeki engelleri kaldırmaya çalışmakla övünen AK Parti gitti. Onun yerine, devletleşmeyi ve devlet ile bütünleşmeyi savunup savunduran AKP geldi.
Oysa biliyoruz ki insanı devletleştirme tektipleştirmedir. İğdiş eder. Bozar, çürütür.
Cemaatleri ve cemiyetleri devletleştirme ise toplumu uyutur ve kitlesel kölelik yolunu açar. Uyanınca iş işten geçmiş olur.
“Mecliste muhalefet var ya bu yetmez mi” demek, muhalefeti bir odaya sıkıştırıp dövmektir.
Gidişât kötüdür. Sadece “yapmayın, etmeyin” diyerek devletlûlerimizden insaf beklemek “ört ki ölem” demekten farklı değildir.
Sivil toplumu ayağa kaldırmak lâzımdır. Hem de derhal.
Bunun ilâcı cesarettir. Medeni cesarettir.
Bunun çaresi fedakârlıktır.
Meselâ, malından feda etmektir. Meselâ hali vakti yerinde olanın uygun dairesini dernek merkezi yapmasıdır.
Meselâ, vaktinden fedakârlık etmektir. Televizyon karşısında pasif olmaktansa internette, sokakta, caddede vd. interaktif olmaktır.
Meselâ basında yer bulmak ve uyarıcı olmaktır. Ya da muhalif gazeteyi görünecek şekilde katlayıp ceket cebinde gezdirebilmektir.
Evet, biliyoruz; hürriyet ateşi fertte ve cemiyette bir kere yanmışsa bir daha sönmez, ama küllenir. Yani ümitliyiz.
Ama biliyoruz ki küllenme ne kadar uzarsa bahar da o kadar gecikir.
Biz, “baharı bekleyen kumrular” değiliz, olamayız. Onu götüren biziz, getirecek olan da...