Bir zamanlar, ülkenin birinde, varlıklı ve büyük bir çiftçi ailesi yaşarmış. En esaslı varlıkları da atlarmış.
Seyisleri varmış, ama dedikodulara kulak kabartıp yol vermişler.
Yeni seyisler aramışlar, bulmuşlar. Onları sınava tabi tutmuşlar. Sorular ve cevaplar şöyle olmuş:
Biz kimiz? “Sizler bu çiftliğin ve atların sahiplerisiniz.”
Siz kimsiniz? “Bizler seyisleriz.”
Bunlar ne? “Sizin atlarınız.”
Ya bunlar? “Sizin otlarınız.”
Sizi işe alırsak işiniz ne olacak?
“Sizin atları sizin otlarla besleyeceğiz. Tımar edip sıhhatlerini denetleyeceğiz. Sizin çiftliğinizin hizmetinizde, sizin istediğiniz gibi istihdam edeceğiz.”
Ya atları çalmaya kalkarsanız?
“At hırsızlarına verilecek ceza en ağır cezalardandır, bu cezayı kabul ediyoruz.”
Ya atları kafanıza göre tımar etmeye veya keyfinize göre istihdam etmeye kalkarsanız?
“Denetlenmeye ve hesap vermeye hazırız. Merak etmeyiniz.”
Cevaplar çiftçi aileye güzel görünmüş. Zaten aday seyislerin referanslarının aslı yokmuş, ama fotokopisi noter tasdikli ve sağlammış. Atları yeni seyislere teslim etmişler.
Fakat bir süre sonra aile fertleri bir şeyi fark etmişler: Yeni seyisler atlara kendi malı gibi muamele etmeye, atlar da seyislerini sahibi zannetmeye başlamış. Daha kötüsü çiftlikteki herkes de bu yeni seyisleri çiftliğin yeni ağası gibi görmeye başlamış.
Aile bu kötü niyetli seyisleri kovmaya niyetlenmiş, ama yolunu bulamamış. Yeni ve ehil seyis kıtlığı da had safhaya çıkarılmış.
Duyduğumuza göre, çiftlik sahibi o aile bu kötü gidişe bir çare aramaya devam ediyorlarmış.
***
Yukarıdaki hikâyeyle alakası olmayan bir haber:
TBMM Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop geçen günlerde Çorlu Bakkallar Odası tarafından onuruna verilen yemeğe katılmış ve şunları söylemiş:
“Anayasamızda, aslında bu maksatla yazılmış değil bu, ama bahsederken devletin ülkesi ve milleti diye bir tabir kullanılıyor. Bir devlet var, devletin ülkesi toprakları bir de milleti var. Biz bunun, bu anlayışın yanlış olduğunu devletin milleti değil, neyi olur, milletin devleti olur. Doğru tabirin milletin devleti olduğunu ifade ediyorduk. … Şimdi bu bakımdan devlet millet bütünleşmesi önemli. Milletin devletine güvenmesi lazım. … milletin içinden çıkan kişilerin devleti millet adına yönetmesi önemliydi. … Biraz abartılı olacak söyleyeceğim, ama daha önce yönetim devletin milleti yönetmesi şeklindeydi. Fakat Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan milletin içinden çıktı. Bir bürokrat hayatı yok. Çocukluğundan itibaren milletin içinden yetişmiş bir insan, milletin bağrından yetişmiş bir insan ve geldi, seçildi, devleti yönetmeye başladı. Yani ne oldu, bu sefer milletin devleti yönetmesine döndük. Devletin milleti yönetmesinden milletin millet için devleti yönetmesine geçtik.”
Ne güzel günlere gelmişiz değil mi?
Şimdi de yukarıdaki çiftlik hikâyesiyle hiç alâkası olmayan başka bir haber:
Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen günlerde Türkiye Diyanet Vakfı tarafından beşincisi düzenlenen Uluslararası İyilik Ödülleri programında şunları söylemiş:
“Beni Sisi ile çok barıştırmak isteyenler var, asla kabul etmiyorum, etmem de. … Halkının yüzde elli iki oyunu almış olan bir Mursi’yi ve arkadaşlarını cezaevine mahkum eden bir antidemokratla karşı karşıya gelmem, onunla aynı masada oturmam. … Eğer biz idareciysek, eğer bir milleti, bir devleti yönetiyorsak bunun hesabını yarın o ruz-i mahşerde vermeye mecbursun.”
Bu duruş takdir edilir elbette!
At ne mi? At bürokrat. Tamam.
Siyes mi? Onu da buldunuz herhalde.
Ya demokrat? Onu yerde aramayın. Şimdilik gökte.