Bir sohbet ortamındasınız. Aranızda bir hukukçu da var. Konu hukukî bir meseleye geliyor. Ne diyorlar? “… Bey hukukçudur, daha iyi bilir…”
Başka bir sohbet ortamındasınız. Aranızda bir doktor da var. Konu sağlıkla ilgili bir meseleye geliyor. Ne diyorlar? “… Bey doktordur, daha iyi bilir…”
Diğer bir sohbet ortamında da benzeri: Aranızda bir din görevlisi de var. Konu dinî bir meseleye geliyor. Ne diyorlar? “… Bey İlahiyatçıdır, daha iyi bilir…”
Bu örnekleri kaça çıkarabiliriz?
Belki beştir-ondur.
Bazı meslekler böyledir. Risklidir.
Ama bazı meslekler böyle değildir. Riskli de değildir.
Meselâ muhabbette konu saç bakımı meselesine gelse heyetteki berberi gözler aramaz.
Ya da mevzu pastanın mayası olsa “içimizde bu işten anlayan var mı” diye bakan olmaz.
Örnekleri çoğaltabiliriz.
Neden böyle?
Birinci grup meslekler önemli de ondan…
Mı acaba? Tartışılır.
Asıl soru şu:
Böyle olmasının sonucu ne?
Bu birinci grup mesleklerin mensupları “mühim adam” olmaya, “referans adam” görünmeye çok meyilli olurlar.
Tabiri caizse, şımarabilirler.
Zira, olur olmaz durumda ve yerde, ihtiyaç olmadığı ve belki de hak etmedikleri halde öne çıkıyorlar.
Parmakla gösteriliyorlar.
Öne çıkarılıp kullanılıyorlar, hatta harcanıyorlar.
Çare ne?
Eğitim şart. Ama bu eğitim herkese verilmeli.
Nasıl?
“Diploma cehalet alır … baki kalır” özlü sözünü kompozisyon konusu yaparak mı? Belki.
Başka?
Tevazu şart. Hatta mahviyet gerekli.
Ama niyetlenilmiş tevazu olmamalı bu. Öyle olursa sırıtır. Ne denilmiş: “Tevazuya niyet tevazuyu mahveder.”
İçselleştirilmiş, ruha yerleştirilmiş, melekeye dönüştürülmüş bir tevazu olmalı.
Başka?
Meslekler hakkında eğitim verirken ve yönlendirme yapılırken bu şımarıklık riski de nazara alınmalı.
İki örnek:
Gururlu bir savcı mı adalete daha iyi hizmet eder yoksa mütevazi bir gardiyan mı?
Ya da, burnu havada bir hâkimin talimatvari nasihati mi tesirlidir, mazlûm veya tövbekâr bir mahkûmun muhlisane ve hal diliyle nasihati mi?
Hadi çıkın işin içinden…