Türkiye’nin şimdilik son başbakanı Binali Yıldırım giderayak Anadolu Ajansı’na konuşmuş.
Konuşmasının bilhassa darbeciler ve Gülen cemaati hakkındaki kısmı sorgulanması gereken bazı bilgiler ve yorumlar içeriyor. Önce metni:
***
“Türkiye sürekli bu meseleyle de yatıp kalkmamalı. Tamam bunu … darbeye katılanlar en ağır şekilde cezayı almalı, Cumhurbaşkanımız ölçüyü koydu; İbadet, ticaret, ihanet. İhanet tarafı, tamam. Ticaret tarafı bağlantı tamam. Ama ibadet tarafındakilerin bu işte bir taksiratı yok. Bunların ayıklanması lâzım.
“Ama bunun örgütün ilişkileri şeffaf olmadığı için ve kayıt dışı bir örgüt olduğu için kolay olmuyor. Bunda ne kadar dikkat etsek muhtemeldir bir takım yanlışlar, hatalar olabilir. Bunu telâfi etmek için daha fazla gayret göstereceğiz.
“Nitekim şeyi kurduk, itiraz inceleme komisyonu kurduk. Kanunu çıkardık. Bütün bu dosyaların tamamını, ister yargılanan, ister hüküm giymiş olsun, ister açıkta olsun, ister ihraç edilmiş olsun. Hepsinin dosyalarını topladılar. Çok mükemmel bir çalışma yaptılar. Bir itiraz geldikçe bakıyorlar, hakikaten haklıysa iade veriyorlar. Değilse reddediyorlar.
“Ama ne getiriyor bu? Hukukî yolu açmış oluyor. Şimdi OHAL’de olduğu için hukuk yolu kapalı. Onunla açılmış oluyor ve bu şekilde mahkemelerde, idarî yargıda, adlî yargıda haklarını arıyorlar. Mağduriyet gideriliyor.
“Tabiî bunun çok fazla gündemde kalması, dediğim gibi, bizim hedefimiz değil. Bir an önce şu kararların çıkıp bu dosyanın kapanması ve işlerin normale dönmesi en büyük arzumuz. Çünkü dolaylı olarak birçok kesim etkileniyor.
“Bu fetocular şöyle de bir cambazlık yapıyorlar: Başkalarını da işin içine çekmek için yalan yanlış beyanlar yaparak... Aynen bu işi şeyde de yaptılar Ergenekon, Bayloz’da da. Esasında o girişimler yok değil, var. Ama fetocular orada da maalesef işi abarttılar.”
***
Şimdi cevabını hakikaten arzu ettiğimiz bazı sorular soralım:
“Taksirat”, “kusurlar” demek olduğuna göre “İbadet tarafındakilerin bu işte bir taksiratı yok” ne demektir?
Diğerlerinin, yani ticaret ve ihanet tarafı dediğiniz katmanlarda olanların ceza alması için taksiratı, yani kusurları yeterli midir? Terör örgütüne ancak kasten ve iradî olarak üye olunabileceği yolundaki çok keskin ceza hukuku prensibinden haberiniz var mıydı?
Haberiniz yok idiyse, böyle önemli bir konuda konuşmak, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin son başbakanı olmak isteyen sizin gibi biri için yanlış olmadı mı?
Terör örgütüne üyelik suçundan hakkında dâvâ açılmış olan ve büyük çoğu ceza alan/almakta olan yaklaşık yetmiş bin kişi var. Bir cemaatin terör örgütüne dönüştüğü varsayılan ihanet ve ticaret kısmı bu kadar büyük olabilir mi? Dünya üzerinde, tarihte veya bugün bunun bir örneği daha var mı?
Bir sanığın üye olduğu yapının “darbe planlayan bir terör örgütü” olduğunu bildiğini ve buna rağmen ve bile bile üye kalmaya devam ettiğini savcının ispat etmesi gerekmez mi?
Bu kastı ve bilinci ispat edilemeyen cemaat mensuplarına ceza vermenin, aynen konuşmanızda örnek verdiğiniz Ergenekon dâvâsında olduğu gibi, bir süre sonra bu dâvâların tümünü boşa çıkarmasından ve hatta darbeci hainlerin bile cezasız kalmasından endişe etmiyor musunuz?
Bu endişeyi gidermenin yolu bilhassa ceza dâvâlarında “masumiyet karinesi”ni ve “şüpheden sanık yararlanır” ilkesini uygulayarak tam adaletli olmak değil midir?
Bu ilkeyi hâkimlere de hatırlatmayı düşünür müsünüz?