Son birkaç yazıyı Bediüzzaman’ın siyasî tavırlar ve tercihler karşısındaki duruşuna ayırdık. Gelen yorumlar teşvik edici.
Devam edelim:
Bediüzzaman üç hayat devresinde siyaset karşısında farklı tutumlar takınmış. Farklar çelişki değil. Bu farklılıklar bir yandan o dönemin şartlarından ve diğer taraftan da Bediüzzaman’ın dine hizmet tarzı tercihinden kaynaklanıyor.
Eski Said (1878-1920), hem kendisi şahsen-hocalık ve âlimlik şahsiyetiyle- ve hem de eserleri ile ilme ve dine hizmet etmiş. Siyasetle de sınırlı biçimde ilgilenmiş.
İkinci Said (1925-1950), kişiliğini öne çıkarmamış, Kur’ân’a hizmet için imanî meselelere ehemmiyet veren eserler ortaya koymuş. Siyasetle ilgilenmemiş. Zaten bu dönemde demokrasi olmadığından, ilgilenmek için sebep de yok, ortam da.
Üçüncü Said ise (1950-1960), kendi şahsını tamamıyla geri plana çekip kitap merkezli bir yapı (cemaat) kurmuş. Yani bir şahs-ı manevî saydığı eserleri sahiplenmek ve neşretmek üzere, talebelerinden oluşan ikinci bir şahs-ı manevîyi ortaya çıkarmış ve onların meşverete dayalı bir hizmet sistemi kurmalarını sağlamış.
O halde Üçüncü Said’in bu dönemi, eserleri ve talebeleri var oldukça kıyamete kadar sürecek.
İşte bu üçüncü döneminde, Bediüzzaman, hem sosyo-politik şartlar ve hem de hizmetin maslahatı gerektirdiği için siyasîlere nasihatte bulunmuş, siyasî temaslara girmiş, daha da önemlisi siyasî bir pozisyon almış. Talebeleri de bu tavrı sürdürmüşler.
Bu tutum değişikliğinin önemli bir gerekçesini üç büyük ceza dâvâsından üçüncüsünün yürütüldüğü Afyon Mahkemesi müdafaalarından birinde açıklıyor.
İzah şöyle:
“Makam-ı iddiânın (savcılığın) asılsız isnad ettiği suçlar, siz de bilirsiniz ki, yok; beni cezalandırmaz.
“Fakat beni mânen cezalandıracak, vazife-i hakîkiyeye karşı büyük kusurlarım var. Eğer sormak münâsip ise, sorunuz; cevap vereyim.
“Evet, büyük kusurlarımdan bir tek suçum, vatan ve millet ve din nâmına mükellef olduğum büyük bir vazifeyi dünyaya bakmadığım için yapmadığımdan, hakîkat noktasında affolunmaz bir suç olduğuna ve bilmemek bana bir özür teşkil edemediğine şimdi bu Afyon hapsinde kanaatim geldi.”
(Soruyu da sordurup cevabını veren ilginç bir üslûp.)
Bu metinden Bediüzzaman adına çıkarılabilecek hüküm cümleleri şunlar olabilir:
1. Siz, isnat ettiğiniz suçlar yönünden aslında suçsuz olduğumu bile bile hapse atarak bana zulmediyorsunuz.
2. Ama, kader benim başka gizli suçlarımın var olduğunu biliyor. Ve beni, sizin zalim elinizi vesile ederek cezalandırıyor.
3. Benim kader yönünden suçum, geçmiş yıllarda, ilgilenmem gereken bir konuyla ilgilenmemiş ve dolayısıyla bir görevimi hakkıyla yapmamış olmamdır.
4. Yapmadığım vazife, vatan ve millet ve din nâmına yapmakla mükellef olduğum büyük bir vazife imiş. Şimdi anlaşılıyor.
5. Ben, İkinci Said döneminde, bu vazifeyi, dünyaya, yani siyasete bakmadığım için yapmamıştım.
6. Fakat bu eski tutumum hakikat ve kader noktasında affolunmaz bir suç imiş.
7. Bu konudaki görevimin varlığını bilmemek benim için bir mazeret oluşturmuyormuş ve kader de bu yüzden bana ceza vermiş.
8. O halde, hiç değilse bundan sonra, bu vazifemi de yapmam lâzım ve yapacağım.
Bu hüküm cümlelerindeki “dünyaya ait vazife”nin ne olduğu sorusu akla gelebilir. Ama Bediüzzaman’ın ikinci ve üçüncü hayat döneminin ayrıntılarını bilenler bilir ki bu konu siyasî ve sosyal olaylarda tutum almakla ve siyasete yön vermekle ilgili.
Dolayısıyla Bediüzzaman’ın Üçüncü Said’e inkılâbının ve siyasetle sınırlı biçimde yeniden ilgilenmeye ve ilişki kurmaya başlamasının bir sebebi de bu ilgi ve ilişkiyi dinî ve hatta imanî bir vazife olarak görmesi.
O halde, Yeni Asya Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Yavuzyiğitoğlu’nun geçen Cumartesi günü Temsilciler Toplantısında ifade ettiği ve Pazartesi günü “Lâhikasız Nurculuk planına izin vermeyiz” manşetiyle verilen haberde de geçen “Yapılmak istenen … Lâhikasız bir Nurculuk oluşturmaktır. Eski Said’i unutturarak, Üçüncü Said’i yok sayarak Nurculuğu Bediüzzaman’sız bırakmaktır” tesbiti önemlidir.
Bediüzzaman’ın izinden gittiğini iddia edenlerin, kader nazarında cezalandırılmaktan kurtulmak için, yukarıdaki atıftan da anlaşılacağı üzere önemli bir işi yapmayı ihmal etmemeleri lâzım.
O iş şudur:
Her şeyden önce onun birinci ve üçüncü hayat devrelerini ve dolayısıyla siyasete ilişkin tutumunu ve ilkelerini yok sayan “topal anlayış”ı teşhis ve tedavi etmek gerekir.
Yeni Asya işte bunun için var. Bazılarımızın nefsine ağır gelse de teşhisleri işin kaynağındandır. “Delili yanlış” diyen, kendi delilini söylemeli.
Yeni Asya’yı, (aslında “siyaset yaptığı (?!)” için değil, siyasî tutumunu ve eleştirilerini beğenmediği için) “neden siyaset yapıyorsunuz” diye topa tutmaya kalkan “topal siyaset” meraklılarının kulakları çınlayacak.
Varsın çınlasın…