Malûmdur.
Un varsa,
Su varsa,
Şeker de varsa…
Mesele bitmiştir.
Bizim, ülke olarak, toplumsal meselelerde helva yeme hakkımız ve şansımız yok mu?
Var ve olmalı.
O zaman neden Avrupalının yediği kadar kaliteli helva yiyemiyoruz?
Sebebi belli.
Un biziz. İnsanımızdır.
Su bizim devletimizdir, kanunlarımız ve kurumlarımızdır.
Şeker de bizim dinimiz, geleneklerimiz ve kültürümüzdür.
Kalite meselesi ayrı konu, ama bu üç ana malzeme tamam. Bir de helva yapmak için iyi bir tarifeye ihtiyaç var.
O tarife;
Demokrasidir. Müzakere kültürüdür.
İnsan haklarına ve hürriyetlerine saygıdır. Hoşgörüdür.
Hukuk devletidir. Adalet ve liyakate değer vermektir.
Bunlar da tamam. Kitaplarda yazılı. Okuyup anlamak zor değil.
Helva yapmak için üçüncü bir şey daha lâzım:
Bu tarifedeki usûlü oradan öğrenip burada tatbik edecek “alıcı usta”ya ihtiyaç var.
İşte iş buraya geldiğinde çatallanıyor.
“Verin malzemeyi, ben bu işte ustayım, tarifi biliyorum, inceliklerini de öğrenir ve uygularım” diyerek tezgâha geçenler her seferinde millete hayal kırıklığı yaşatıyorlar.
Tezgâhın başına geçenler nedense bir türlü denenmiş yoldan giderek helva yapmayı başaramıyorlar.
Bazılarının niyeti iyi.
Helva yapmaya çalışıyorlar, ama maniler çıkıyor.
Ya ışık sönüyor, ya tüp bitiyor, ya da birileri gelip “burada nasıl olur da bizden habersiz tezgâh kurarsınız, kim dedi size helva yapabileceğinizi” diyerek ocağı yıkıp tezgâhı deviriyor.
Bazılarının niyeti baştan bozuk.
“Helva yapacağım” diye başlıyor, ama ortaya başka şeyler çıkarmak niyetiyle hareket ediyor.
Şekerin yerine şap katıyor, unun içine tuz döküyor, yağı da sirke ile değiştirmeye kalkıyor.
Ortaya çıkana o helva diyor, ama helvanın tadını bir kere almış olan herkes, “yok, bu helva değil” diyerek itiraz ediyor.
“Ben bu helvayı yaparım” diyenler bugünlerde yeniden piyasada ve çoğaldılar.
Uyanık olmak lâzım.