Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın önceki akşam CNN’deki konuşmasında 18 sene önceki AKP’ye muhalefet ederek atamayla rektör belirlenmesini savundu ve “rektör seçimleri üniversiteleri politize eder” dedi.
Önce şunu belirtelim. Üniversiteler politika merkezidir. Öyle olmalıdır. Öyle olmaları sağlanmalıdır.
Politika, “sadece TBMM’de” yapılması gereken ve “başka yerde asla” yapılmaması gereken bir iş ya da şey değildir.
Demokrasilerde politika sosyal hayatın bir gerçeğidir. Her alanda ve her ortamda politika mümkündür ve hatta gereklidir.
Politika yapılmayacak yerler bellidir: Camiye, kışlaya, okula ve yargıya politika girmemelidir. Ama buradaki “okul” ile kastedilen “üniversite” değildir ve olamaz.
İlk ve orta öğretimde politika olmamalıdır. Zira muhataplar henüz “yetişkin” değildir. Elbette üniversitelerin de bir “okul” boyutu vardır. Öğrenci-hoca ilişkileri yani dersler ve her kademedeki sınavlar bu kapsamdadır. Dolayısıyla adalet ve tarafsızlık her yönüyle ve her anlamıyla bu alanlarda da geçerli olmalıdır.
Ancak üniversiteler ülkenin bütün siyasî gruplarının ihtiyaç duyduğu politik vizyonu üretmesi gereken kurumlardır. Bu sebeple üniversiteler doğru anlamıyla ve doğru biçimiyle politize olmalıdır. Yani bu “politize oluş” entelektüel birikim için ve siyasî ahlâk kodlarına uygun biçimde olmalıdır. Üniversitelerin bütün kurulları birer küçük TBMM gibi çalışabilmelidir.
Seçim yöntemi meselesine gelince:
Rektörlerin seçimle gelmesi esası ilk olarak 1946’da yürürlüğe giren Üniversiteler Kanunu ile benimsenmiş. Bu Kanun aynı zamanda üniversiteleri Millî Eğitim Bakanlığı’nın hiyerarşik yapısından ve millî eğitim sisteminin bir parçası olmaktan çıkarıp üniversite özerkliğine geçiş için ilk adımı atan Kanun.
Özerklik meselesi o zamandan bu yana tartışılıyor. Bir boyutu da üniversitelerin yönetimi.
1946 sonrasında farklı dönemlerde çeşitli atama ve seçim usûlleri denendi.
2016’da bir KHK ile ve gece yarısı operasyonuyla yürürlükten kaldırılmadan önce atamalı kademeli, ama tek dereceli karma seçim sistemi uygulanıyordu.
Öğretim üyeleri (yardımcı doçent, doçent ve profesörler) en az üç yıl kıdemli profesör adaylara oy veriyor, ilk altı aday YÖK’e gidiyor, YÖK tarafından üçü seçilip cumhurbaşkanına gönderiliyor ve o da birini seçip tayin ediyordu. Bu usûl de bazen ilk seçimde çok az oy alanın YÖK ya da cumhurbaşkanı tarafından bilhassa siyasî sebeplerle seçilip atanması sonucunu doğurduğu için tartışılıyordu.
Bu sistemin bilhassa çift dereceli seçim yöntemi ile ıslah edilmesi mümkündü ve gerekliydi. Ama öyle yapılmadı.
Önce “hocalar seçmeyi beceremiyor” denildi. Sonra “…öcü”ler meselesi de bahane edildi.
Sonuçta kumardaki gibi “kazanan her şeyi alır” kuralı geçerli sayıldı. İktidar tarafından atanan partili rektörler dönemine geçildi. Bilhassa taşra üniversitelerinde bu atamalar yerel siyasetin de hedefinde ve ilgi alanında oldu.
Şimdi doğru bir çıkış arama ve bulma zamanı. Görev yine muhalefetin.