Yüzlerce masumun kanına girmiş bir terörist, azılı bir katil, nihayet bir gün yakalanır. Yargılanır. İdama mahkûm edilir. Hüküm kesinleşir. İnfaza sıra gelir.
Tam o gün, mahkûm bir yolunu bulur ve bir masumu rehin alarak sınıra kadar ulaşır. Devlet de yetişir ve onları sınırda kıstırır.
İki ihtimal ortaya çıkar ve netleşir:
Ya katil yakalanacak ve fakat rehine feda edilecek. Katilin cezası infaz edilecek ve masumların intikamı alınacak. Bu arada katilin gelecekte suç işleme ihtimali de ortadan kaldırılacak.
Ya da rehine kurtarılacak ve fakat teröristin kaçıp gitmesine göz yumulacak. Böylece öldürdüğü masumların kanı yerde kalacak. Üstelik kaçtığı ülkeden eylemlerine devam edebilecek.
Başka ihtimal yok. İhtimal bu ikisinden biri. Senaryoyu değiştirme şansımız yok, beklemeye tahammülümüz de yok. Şimdi karar zamanı…
Masum rehinenin hayatının hatırı için katilin kaçışına göz yummak ya da katili cezalandırmak adına rehineyi feda etmek.
Hangisini yapalım?
Adalet kahramanı Hazreti Ali tam ve mutlak (mahza) adaletten yana idi. Rehineyi asla feda etmezdi. Ama ömrü yetmedi.
Hilafeti şeklen sürdüren Hazreti Muaviye ve sonrasındaki tüm halife sultanlar ise hilafeti saltanata dönüştürdüler, devleti neredeyse kutsadılar.
Bin yıl süren bu saltanatçı gelenek, “devletin devam ve bekası için fert feda edilir” dedi ve suçluların yanında masum rehineleri asıp kesti.
Mevhum kamu düzenini koruma iddiasıyla çok masumlara zarar verildi. Padişahlar beşikteki kardeşlerini bu zalimane fetva ile öldürttü. Daldaki kuşların hatırı için eldeki kuş hep feda edildi.
“Hak haktır, büyüğüne küçüğüne bakılmaz, ekseriyet için ekalliyet feda edilmez” kudsî prensibi unutuldu.
Teröristten kurtulmak adına masum rehineyi feda edip katil olan bir devletin yeni teröristler türeteceği ve bir gün çökeceği anlaşılamadı.
Rehineyi koruyan ve ilme ve adalete istinad eden adil devletlerin düşmanlarını kendiliğinden tüketeceği ve bir mânâda ömr-ü ebediye mazhar olacağı keşfedilemedi.
Bin yıl sonra Risale-i Nur Külliyatı bir tecdit başlattı. Bu yenilenme adalette de asla dönüş idi.
Adil Halife Hazreti Ali’den manevi ve hakiki hilafeti devralan Risaleler Kur’ân’ın tam-mutlak (mahza) adalet dersini yeniden üretti.
Aynı dönemde Batıda da insan hakları teorisi gelişti ve rehineyi feda etmeden kamu düzenini sağlayabilen adalet-i mahza fikri yerleşti.
İslam dünyasında ve Türkiye’de adalete hizmet etmesi gerekenler, rehineyi koruyan bu mühim adalet anlayışına muhtaçlar. Bu dersi eninde sonunda alacaklar.
Ya asla dönüp asıldan, beşinci Halife Risale-i Nur’dan…
Ya da rezil ola ola Batıdan…
Başka çıkar yolu yok.
Yok. Yok. Yok!