Bugün AKP’deki parti içi demokrasinin kalitesi hakkında fikir verecek bazı bilgiler paylaşalım:
İlk bilgi şu: Ahmet Davutoğlu Konya AKP İl kongresinde şunları söylemiş:
“Kim bu hareketin içine dikta sokmaya kalkarsa, kim bu hareketin fertlerini birbirlerine karşı kışkırtmaya kalkarsa, kim en ağır iftiralarla sahte kimliklerin arkasına saklanıp bu topraklara gönlünü vermiş insanları rencide etmeye kalkarsa hepsine karşı omuz omuza durmalıyız.”
Neymiş? Hareketin içinde dikta yokmuş. Ama birileri sokmak isteyebilirmiş!
Vah siyasetçim vah! Demek “açık konuşma” ancak bu kadar oluyor. Sadece “arif olan” anlıyor. Ya anlaması gerekenler?
***
İkinci haber Saadet Partisi Lideri Karamollaoğlu’dan.
Habertürk’te Fatih Altaylı’ya, AK-MHP ittifakına SP’nin neden dahil olmadığını açıklarken şunları söylemiş:
“Bir, siyaset üslûbu… Biz siyaset üslûbunun kamplaştırıcı, kutuplaştırıcı değil kucaklaştırıcı olmasını istiyoruz. Bu bir numara, olmazsa olmazdır. Çünkü kendi memleketimiz içerisinde barışı sağlayamadan dışarıda bir şey sağlayamayız. Barış sağlanmazsa Türkiye’de birçok adım atılamaz. İki, bizim yönetim anlayışımız önemli. Biz yönetim anlayışında bir numaralı mesele kuvvetler ayrılığı prensibinin olması gerektiğine inanıyoruz. Türkiye yönetilecekse, kuvvetler ayrılığı olmazsa olmazdır. Bir kişiye tüm yetkiyi vereceksiniz ve o kişi denetlenemez olacak, aynı zamanda da bir partinin genel başkanı olacak. Peki vatandaşın geriye kalanını kim kucaklayacak? Üç, yolsuzluk ve israf ile çok ciddî bir şekilde mücadele edilmelidir. Şu an Türkiye’yi güçlendirmeyecek yatırımlara ayrılan para israftır.”
Neymiş? Kuvvetler ayrılığının yerinde AKP’nin “tek adam”ı varmış. Vah millete!
***
Eski meslektaşımız ve şimdi milletvekili Burhan Kuzu Habertürk’ten Kübra Par ile konuşmuş ve 7 Kasım seçimlerinden sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na adaylığını koymak istemesine rağmen sonra vazgeçmiş olması ile ilgili olarak şunları söylemiş:
“Başbakanlar kendi bakanlarını kendisi belirler. Onu ben bilemem. Ama Meclis Başkanlığı seçimle gelen bir yer. Dolayısıyla ben aday olmayı her zaman arzu ettim. Tabiî partimin içerisinde yeni bir çatışma, bölünme olmasın diye de üç kez niyetlendiğim adaylıktan üç kez vazgeçtim.”
“Aday olsam farklı olurdu. Başkanlık anlamında değil kazanma anlamında söylüyorum. Benim aday olma durumumda sadece AK Parti’ye değil Meclis’e güveniyorum.”
“Benim milletvekili arkadaşlarım tamamen gönülleri benimle birlikte olmuştu. Milletvekilleri ne yapsın, gidip partiyle kavga mı etsin?”
Sayın Kuzu ayrıca “TBMM Başkanlığı’na aday gösterilmediğiniz için kırgın mısınız?” sorusuna ise şu cevabı vermiş:
“Kırgınlık biraz var, küskünlük değil ama. Biraz kırgınlık oluyor tabi ki. Sonuç olarak ben bu partinin kurucu üyesiyim. Ve partiye de ciddî hizmetlerim geçmiştir. Açık konuşurum, üzülmedim dersem elbette doğru olmaz. Ama ben bunu partimde nifak meselesi yapmam.”
İpuçlarına dikkat: “Partimin içinde ‘yeni’ bir çatışma, bir bölünme olmasın diye” adaylıktan vazgeçtim. “Milletvekili ne yapsın, gidip partiyle kavga mı etsin?”
Ve alınacak ders. Basit: Parti içinde hiç kimse demokratik bir yarışa giremiyor. Parti kurucusu bir milletvekili bile. Üstelik girmeye kalkarsa olacakların adı “yarış” değil “kavga” oluyor.
Demokrasi ölmüş. Anayasa askıda.
Millet yasta. Hem de OHAL’deyiz…
Ülkem ne yapsın!