Rızkı verenin Allah olduğu şüphesiz, maalesef günlük hayatımızda sürekli unutuyoruz.
Özellikle Nur Talebeleri büyük imtihanda. Makamla ya da iş yoğunluğu ile dünyaya fazla bağlanıyoruz. Ahiret ve hizmete enerjimiz kalmıyor. Şayet bir de hizmeti aksattıysak tokada müstahak oluyoruz. 10. Lem’a’daki şefkat tokatları bu konuda en büyük örneklerdir.
Peki, nasıl hizmete ve ahirete vakit ayıracağız diye, soru insanın aklına ister istemez geliyor. İşte kısır döngü var gibi değil mi? Hizmete vakit ayırsan işe vakit kalmıyor. Maalesef bu işler o kadar basit değil. Öncelikle geçim derdi veya hastalık veya sıkıntılar siz hizmete vakit ayırdıkça hafifliyor.
Meselâ, hizmete vakit ayırdınız, çocuğunuz hastalanmadı. Hastalansaydı size bir gece uykusuzluk, hastane ile ilâç masrafı çıkacaktı. Ya da arabanızla kaza yapacaktınız, fakat Risale-i Nur’a hizmet ettiğiniz için o belâyı Allah sizden kaldıracak. Örnekler çoğaltılabilir, herkesin mutlaka bu konuda tecrübeleri vardır. Elbette musîbetler tamamen kalkacak diyemeyiz. İmtihan dünyasındayız. Ama mutlaka hafifleyecek ve hizmete daha fazla vakit ayırabileceksiniz.
Özellikle memurlukta çok yaşanılan hâdiselerden biri de fişlenmek, “hizmet edersem benim memuriyetim ya da maaşım kesilir”. İşte tam burada Zübeyir Ağabey’in okuduğu bir derste şunları anlatıyor:
“İhtilâlden sonra medreseye baskın yapıyorlar, Risale-i Nur dersi okuyan hukuk fakültesi öğrencisini, kurmay askerler sorguya çekiyorlar. Hukukçu Nur Talebesi o kadar güzel, yanlış bilinen Nurculuğu ve Üstadını müdafaa ediyor ki, kurmay asker arkadaşlarını çağırıyor “Bakın bu Nur Talebesi nasıl müdafaa yapıyor” diyor.
Yanındaki bir kurmay diyor ki; bu Nurculuk cereyanının önüne geçmesinin mümkünü yoktur. Ben bu kadar gezdiğim yerlerde, bunlarda üç haslet tesbit ettim.
“Birincisi, bunlarda maddî bir kaygı yoktur. Nur Talebesi subay/astsubayın evini taharri ediyoruz, kitaplar çıkıyor, 6 ay sonra taharri ediyoruz yine çıkıyor, tehdit ediyoruz yine çıkıyor. Nur Talebesi subay/astsubay bize diyor ki; “Rezzak-ı hakiki Cenâb-ı Hak’tır. Yani “Er rızkı al-Allah’tır”, “Er rızkı alel memuriyet” değildir. Ben memuriyetten çıktığım zaman benim rızkımı verecek Allah’tır. Bunlar sürekli Allah rızası, Allah rızası, Allah rızası diyorlar. Bunun önüne nasıl geçeceksiniz.
“İkincisi, bunlar okuyorlar, çok okuyorlar kafaları, muhakemeleri çalışıyor. Ben ifade alırken öyle güzel, öyle güzel cevaplar veriyorlar, öyle çiviliyor ki, cevap veremiyorum mecburiyetle kovuyorum.
“Üçüncüsü de bir gün pencereden bakıyorum; Antalya’dan bir Nur Talebesi nefer, Kars’tan gelen bir Nur Talebesi neferle tanıştığında “gardaşım, gardaşım” diye birbirlerine sarılıyorlar. Bunlardan bu sevgiyi muhabbeti kaldırmak zor. Onun için ben bunun önüne geçmenin, mümkün olamayacağının kanaatindeyim.”
Son olarak Zübeyir Ağabey’in sürekli tekrar ettiği kelimesiyle bitiriyorum. Okumak, okumak, gene okumak. Tam da İslâmiyet milletinin ihtiyacı olan kelime. Allah bizleri sırat-ı müstakimden ayırmasın. Amin.