İman ve Kur’ân hizmeti yapmayı gaye edinen cemaat, tarikat ve vakıflar, siyasetten bağımsız, ticaretten uzak, gönüllülük esasına bağlı, devletin kontrolüne girmeden, uhrevî gayeye yönelik hizmet yapan organizasyonlardır.
Onlar bu hizmetleriyle fertlere iman ve ahlâk eğitimi verdiklerinden, toplum için çok mühim bir fonksiyon ifa etmektedirler. Bu yapıların değişik şekillerle politize edilmesi ve devletin kontrolüne alınması, onların da bu tuzağa bilerek veya bilmeyerek düşmeleri halinde ilerde zararlı sonuçlar ortaya çıkar.
1980’e kadarki süreçte DP ve AP yönetiminde demokrat akım idarede olduğu için bu yapılar, bağımsız olarak iman ve Kur’ân hizmeti yapmışlardı. Çünkü devlet ve siyaset, demokrasi gereği bunlara müdahale etmemiştir.
DARBECİLER VE SİYASÎLER DİNÎ YAPILARI POLİTİZE ETTİ
Ne zaman ki 12 Eylül 1980 darbesi oldu, münafık darbeciler Demokratların rayına oturttuğu devlet sistemini bozdukları gibi – o bozukluk hâlâ giderilmedi - cemaat ve tarikatların hizmetlerini karıştırdılar. Onları Kemalizm ile barıştırarak devletin kontrolüne almaya çalıştılar. Darbeciler, insanların zaaflarını çok iyi biliyorlardı; halkı ve halka etkisi olan dinî yapıların kimisini korkutarak, kimisini de devlet imkân ve makamlarıyla aldatarak kendilerine biat ettirmeye çalıştılar. Büyük ölçüde başarılı da oldular. Ne yazık ki içinde Nur gruplarının bulunduğu bu yapılarının çoğu bu işte aldandı. Bunun sonucunda hizmetleri sulandı ve çok zarar gördü.
Nur grupları içinde Yeni Asya Camiası önüne serilen cazip tuzaklara düşmedi. Bu sefer darbeciler nifak oyunlarıyla camiayı bölerek birbirine düşürdü ve Yeni Asya Gazetesini de 470 gün kapatarak ona bedel ödetti.
Ne yazık ki Yeni Asya haricindeki diğer Nur grupları ile İmam Hatip camiası, cemaat ve tarikatlar, darbe sonrası süreçte, (1990’larda) Demokrat siyasîler yerine 1990’larda tekrar ortaya çıkan, söz ve icraatlarıyla dine çok zarar veren dindar kimlikli siyasîlere hararetle destek verdiler. Onlar bu desteğin faturasını, daha sonra 28 Şubat sürecinde hizmetlerine ağır darbe vurularak çok acı bir şekilde ödemek zorunda kaldılar.
DİNÎ YAPILAR GEÇMİŞTEN DERS ALMADILAR
Sanki tarih tekerrür etmektedir. Günümüzde aynı yapılar, -istisnalar hariç- devletin ve siyasîlerin kurdukları tuzağa düştükleri ve mevcut siyasete alenî olarak destek mesajları yayınladıkları müşahede edilmektedir. Türkiye’de siyaset zemini kaygan olup geleceği meçhuldür. 28 Şubat’ta olduğu gibi şartlar değişip başka iktidarlar geldiği zaman, siyaset ve devletle ilişkileri sorgulandığı zaman onlar, bunun hesabını nasıl ödeyecekler? İşin acı tarafı, bu ilişkilerin zararı sadece kendilerine değil, günümüzde malûm cemaatin masum tabakasının yandığı gibi, peşlerine sürükledikleri masum insanlara yansıyacağından hiç şüphe yoktur.
Sözün özü: “Euzu billahi mineş şeytani ve’s siyaseh/Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” düsturu ile siyasetin dışında kalmayı, devletin işine karışmamayı, “İstiğna düsturu” ile devlet dahil kimseden maddî yardım almayarak müstakil, halisane iman ve Kur’ân hizmeti yapmayı esas alan Risale-i Nur mesleğinin doğruluğu ve haklılığı, yaşanan hadiselerle ispat edilmektedir.