"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Fecr-i sadık

Ahmet DEMİRDÖĞMEZ
31 Mart 2015, Salı
Fecr-i sadık, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Risale-i Nur’da bahsettiği mânâsıyla, İslamiyet’in yeniden inkişafının başladığı vakittir.

Doğuş mânâsına gelen fecir; aynı zamanda fecr-i sadık ve fecr-i kâzip olarak ayrı mânâlar taşıyan iki ayrı dinî ve astronomik terimdir. 

“Fecr-i kâzib, yalancı fecir demektir ki, birinci fecirdir. Gecenin sonuna doğru, doğu tarafında ufuk üzerinde görülen, göğe doğru dikey piramit şeklinde yükselen, etrafı karanlık bir beyazlık, yani karanlığı yırtan donuk, akçıl, ışığımsı, geçici bir beyazlıktır. Bu geçici beyazlıktan sonra yine kısa bir süre karanlık basar. Bu birinci fecrin hiçbir fıkhî ve dinî hükmü yoktur. Ne yatsının bitiş vaktidir, ne sabahın giriş vaktidir, ne de imsakla ilgili her hangi bir başlangıç veya bir işarettir. Ancak ve ancak gecenin sona doğru yaklaştığına bir alâmet olabilir. Fecr-i Sadık ise, sabaha karşı doğu ufkunda tan yeri boyunca genişleyerek yayılan dağınık ve enlemesine bir aydınlıktır. İşte bu ikinci fecir aydınlığı ile beraber yatsı ve teheccüd namazının vakti çıkmış, sabah namazının da vakti girmiş olmaktadır. Aynı zamanda oruca başlama vakti, yani imsak vakti de bu vakittir.”1 Üstad Bediüzzaman Hazretleri Hutbe-i Şamiye adlı eserinde, İslâm güneşinin doğması ve insanlığı tenvir etmeye başlaması manasında ifade ettiği fecr-i sadık terimiyle verdiği bir müjdede şunları söylemektedir: “Hem de İslâmiyet güneşinin tutulmasına, inkişafına ve beşeri tenvir etmesine mümanaat eden perdeler açılmaya başlamışlar. O mümanaat edenler çekilmeye başlıyorlar. Kırk beş sene evvel o fecrin emâreleri göründü. Yetmiş birde fecr-i sâdıkı başladı veya başlayacak. Eğer bu fecr-i kâzip de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sâdık çıkacak.”2

Hutbe-i Şamiye’de geçen benzer bir ifade de şöyledir: “Eski Said, hiss-i kabl-el vuku’ ile 1371’de—başta Arab Devletleri—Âlem-i İslâm’ın ecnebi esaretinden ve istibdadından kurtulup İslâmî devletler teşkil edeceklerini kırk beş sene evvel haber vermiş. İki Harb-i Umumî ve 30-40 sene istibdad-ı mutlakı düşünmemiş. Bin üç yüz yetmiş’te olan vaziyeti bin üç yüz yirmi yedi’de olacak gibi müjde vermiş, te’hirinin sebebini nazara almamış.”3 Bu ifadelerde geçen tarihler dikkat çekicidir. 1327, 1371 ve otuz-kırk sene sonraları… 1327 tarihi, miladi olarak yaklaşık 1908 yılına tekabül ediyor. Bu tarihte İkinci Meşrutiyetin ilân edildiğini görüyoruz. Ancak bu Meşrutiyet varlığını sürdürmeden bir istibdada dönüşmüştür. Adeta bir fecr-i kâzip olmuştur. Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin işaret ettiği bir başka tarih olan 1371 yılı ise, miladi olarak 1951 tarihini göstermektedir. Bu yıllarda ise, başta ülkemiz olarak bütün dünyada bir hürriyet havasının geliştiğini görmekteyiz. Mesela, İkinci Dünya Savaşının sona ermesi, Birleşmiş Milletlerin kurulması, Avrupa Birliğinin temelleri atılması, Helsinki İnsan Hakları Beyannamesinin imzalanması, İslam devletlerinin bağımsızlığına kavuşmasını bu gelişmelerin başında sayabiliriz. Ülkemizde ise, uzun süre devam eden tek parti şeflik sultasının yıkılması ve Demokratların iktidara gelmesi, Ezan-ı Muhammedînin aslına çevrilmesi gibi gelişmeler bu fecrin emareleri olmuştur. Ancak, dünyada deccalizm, Türkiye’de de süfyanizm denen iki dehşetli dinsizlik rejiminin istilası ve istibdadı bu gelişmelere gölge düşürmüştür. Dünyada Komünizm hükmederken, Türkiye’de Kemalizm hegemonyası hürriyetleri akamete uğratmıştır. Bu sebeple, Üstad Bediüzzaman Hazretleri, 1371 yani 1951 yılını da fecr-i kâzip olarak değerlendirip, fecr-i sadıkın ancak otuz-kırk sene sonra çıkacağını belirtmiştir. 1371 yılının otuz sene sonrası miladi olarak 1980 yılına tekabül etmektedir. Bu tarihlerde Dünyada Komünizm en dehşetli şekliyle devam ederken; Türkiye’de anarşi ve terörün tırmandırılıp, 12 Eylül 1980’de askeri darbe yapılarak Demokratlar iktidardan düşürülmüş ve Kemalizm başta anayasa olarak bütün ülkeye hakim olmuştur. Dolayısıyla bu mânialar fecr-i sâdıkı geciktirmiştir. 1371’in kırk sene sonrası ise 1991 yılına tekabül etmektedir. Bu tarihte en mühim hadise; Komünizm, sağlam bir kalesi olan Rusya’da çökmüş; bütün dünyada da tesirini kaybetmeye başlamıştır. Ülkemizde ise, 12 Eylül askeri darbesinin getirdiği yasaklar kısmen kırılmış ve 1991 yılı seçimleriyle yeniden hürriyete doğru adım atılmıştır.

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesine göre, fecr-i sadık’ın kesin başlangıç tarihi 1991 yılıdır. Ancak unutmamak lazım ki, fecr-i sadıkta aydınlıktan çok karanlık vardır. Fakat güneşin habercisi olduğu için çok mühim bir doğuştur. 1991’de başlayan gerçek doğuş, inşaallah İslâmiyet güneşinin bütün dünyayı aydınlattığı o parlak, nurani günlerin ve dönemlerin çok yakın olduğunu müjdelemektedir. “Hakikat-ı İslâmiyenin güneşi ile sulh-u umumî dairesinde hakikî medeniyeti görmeyi, rahmet-i İlahiyeden bekleyebilirsiniz”4 müjdesini veren Üstad Bediüzzaman Hazretleri, ayrıca şu müjdeleri de vermektedir: “İnşaallah Araplar ye’si bırakıp İslâmiyet’in kahraman ordusu olan Türklerle hakiki bir tesanüd, ittifak ile el ele verip Kur’an’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilan edeceklerdir”5 “Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, nev-i beşerin dahi bir sabahı, bir baharı olacak inşaallah.”6 “İstikbaldeki İslamiyetin kuvvetiyle, medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumiyi de temin edecek.”7 “Elbette beşerin zulüm ve hatasıyla başına çabuk bir kıyamet kopmazsa, istikbalde hak ve hakikat, âlem-i İslâm’da nev-i beşerin eski hatiatına keffaret olacak bir saadet-i dünyeviye de gösterecek inşallah.”8

Bu müjdeler başta İslam âlemi olarak bütün insanlığın maddi ve manevi dünyevi bir saadete kavuşacağının kati haberidir. Ve hem de, sonsuz kudret sahibi olan Cenab-ı Hak’tan her daim ümit beslemek ve hiçbir zaman Ondan ümit kesmemenin mesajlarıdır. 

Üstad Bediüzzaman hazretleri, belirttiği tarihlerde fecr-i sadıkın ertelenmesinin sebebini bir başka ifadelerinde şu şekilde beyan etmektedir: “Mukadderat bazı şeraitle vukua gelirken geri kalır. Demek ehl-i keşfin muttali olduğu mukadderat mutlak olmadığını, belki bazı şeraitle mukayyed bulunduğunu ve o şeraitin vuku bulmamasıyla o hâdise de vukua gelmiyor. Fakat o hâdise, ecel-i muallak gibi Levh-i Ezelî’nin bir nevi defteri hükmünde olan Levh-i Mahv-İsbat’ta mukadder olarak yazılmıştır. Gayet nadir olarak Levh-i Ezelî’ye kadar keşif çıkar. Ekseri oraya çıkamıyor.”9 Anlaşılan o ki, “Yetmiş birde fecr-i sâdıkı başladı veya başlayacak. Eğer bu fecr-i kâzip de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sâdık çıkacak”10 kesin ifadesini kullanan Üstad Bediüzzaman hazretleri, asrın sahibi olması hasebiyle kendisine verilen izin ve yetkiyle ekser ehl-i keşfin keşfedemediği ve çıkamadığı Levh-i Ezelî veya Levh-i Mahfuzdaki nihai neticeyi keşfederek bizlere bildirmiştir. Öyleyse bu müjdeler tahakkuk edecek ve insanlık maddi manevi huzura kavuşacaktır inşaallah.

Dipnotlar: 1-www.fikih.info, 2-Hutbe-i Şamiye 27, 3-age.22, 4-age.34, 5-age.40, 6-age.34, 7-age.33, 8-age.34, 9-Lem’alar 268, 10- Hutbe-i Şamiye 27 

Okunma Sayısı: 19125
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı